11.6.14

Yan Yan Güneydoğu'ya - 3



Midyat'ta çocuk olmak...

3. gün sabah erken saatte Midyat dolmuşuna bindim. Dolmuşta Mardin’de sık sık gördüğüm, Suriye’den kaçıp Türkiye’deki akrabalarının yanına sığınan ailelerden biri vardı. Savaştan kaçmış bir çocuğun elinde balon ne kadar da iğreti duruyor diye düşündüm. Babaya geri dönüp dönmeyeceklerini sordum. “Hiç bilmiyorum” diye cevap verdi. Ne tesadüftür ki adı “Ziyaret” olan bir köyde indiler.

Savaştan kaçan Suriye'li aile

Ben ise yaklaşık 1,5 saat süren, jandarmanın kontrol noktalarından geçerkenki iç sıkıntısı hariç keyifli bir yolculukla Estel’e vardım. Estel Midyat’ın 2-3 kilometre gerisinde kalan bir bölümü. Estel’deki Halk Evi’ni gezdim. Girişin altında bulunan ve zamanında hayvanların konulduğu, mağaramsı bölüm çok ilginç ve sevimliydi. Ardından gezdiğim Kültür Evi de taş mimarisiyle çok hoştu. 

Estel'deki Halk Evi


Halk Evinin alt katındaki mağara biçimli yerleşim


Kim bilir, belki Mardin’i bu kadar sevmemin yapıların hep taştan olmasıdır. Ne de olsa yıllardır taştan bir evde yaşamayı hayal ederim.

Estel’den kısa bir dolmuş yolculuğuyla Midyat’a vardım. Gelüşke Han’da bir çay içip Deyr-ul Umur Manastırı’na (Mor Gabriel Manastırı) gitmek için taksi ayarladım. Ne yazık ki kendi arabanız ya da taksiyle gitmek dışında bir yol yok. Allahtan taksici hoş sohbet biriydi. Bir ara “Neyle geçiniyor abi buranın halkı?” diye sordum. “Valla ben de bilmiyorum. Fabrika yok bir şey yok, ama hepsi çok zengin” dedi, güldük epey.


Gelüşke Han

Sohbet falan derken manastıra vardık. Girişte sizi Süryani bir görevli karşılıyor ve geziniz boyunca size rehberlik ediyor.  Bana eşlik eden görevli başta komik geldi. İnsan niyeyse Hristiyan deyince sarşın, mavi gözlü, hokka burunlu birini bekliyor. Kara kuru bir adam çıkıp kırık Türkçesiyle İsa misa deyince komiğime gitti.

Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı


Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı


Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı

Rehberimin anlattığına göre manastırda şu anda 60 kişi yaşıyormuş. Çoğu din görevlisiymiş. Manastır Kudüs’ten sonra Süryanilerin en önemli kutsal merkeziymiş. Süryaniler Hristiyanlığı ilk kabul eden halkmış. Türkiye’deki 40 bin Süryani’nin 25 bini İstanbul’da, 15 bini ise Güneydoğu’da yaşıyormuş.  


Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı

Süryani din adamları İsa gelince onu lakayt bir vaziyette karşılamamak için oturarak gömülüyorlarmış. Hristiyanların insanların günahkar doğduklarını düşünmelerinin (dolayısıyla vaftizin) nedeni Adem ve Havva’nın işlediği günahmış.

Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı


Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı

Hem manastırın güzelliği hem de rehberimin anlatımıyla sarhoş gibi oldum. Zaten ben niyeyse böyle ulvi dini mekanlarda bir hoş olurum hep. Rehberim Hristiyanların tarihte haç sembolünü gizlemek için dört yapraklı yoncanın içine yedirdiklerinden girdi, Da Vinci’nin “Son Yemek” tablosundan çıktı. Ben iyice salağa döndüm ama öyle bir anlattı, öyle bir havaya soktu ki gezi boyunca tüylerim hep kaktüs vaziyette kaldı. Zaten koca manastırda sadece rehber ve benim olmam bile yeter sebepti!

Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı


Rehberim Hristiyanların tarih boyunca çektikleri eziyetlerden de söz etti.  Türkiye’de eskiden çok daha fazla Süryani olduğunu ama yaşadıkları sıkıntılar sebebiyle sayılarının çok azaldığını, manastırın da eskiden bunun 3 katı büyüklükte olduğunu ama zarar verildiğini falan anlattı. Mardin’in “dinlerin ve dillerin kardeş olduğu bir yer” diye anlatıldığını söyleyince hüzünlü bir gülümsemeyle bunun gerçekte böyle olmadığını söyledi. Ona inanmamam için bir sebep yoktu. Tarihte herkes birbirine büyük kötülükler etti. Benzer şeyler sadece Hristiyanların değil, Müslümanların, Yahudilerin, Alevilerin, Kızılderililerin yani “öteki”leştirilen her halkın ve her insanın başına geldi. O anlarda aklıma Kosinski’nin Boyalı Kuş’u geldi...

Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı


Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı

Manastır gezim, rehberimin de büyük katkısıyla çok eğitici ve heyecanlı geçti. Gün ışığına çıktığımda insanların birbirlerine karşı daha hoşgörülü olabilmesini diledim.

Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı  -  din adamlarının mezarları


Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı  -  din adamlarının mezarları

Manastırdan sonra Midyat Konukevi'ne gittim. Harika manzaralı terasında birkaç fotoğraf çekip sigara içtim. 

Konukevi'nden Midyat manzarası


Konukevi'nden Midyat manzarası


Sıcak yaz gecelerinde damda yatıyorlar. Şu mavi mavi karyolalar bunun için.

Konukevi'nden Midyat manzarası

 Biraz da Midyat'ın merkezinde gezdikten sonra dönüş yoluna geçtim.

Midyat'ın merkezi


Midyat'ın merkezi


Mardin’e döndüğümde kendimi yorgun hissediyordum. Erkenden odama dönüp istirahate çekildim. Akşam saatlerinde yiyecek içecek bir şeyler almak için dışarı çıktım. Sokakta yürürken deli gibi miyavlayan bir yavru kedi duydum. Sesin nereden geldiğini güç bela buldum. Sarmaşıkların arasına takılmış, kim bilir kaç saattir o durumdaysa soğuktan zangırdayan, bağırmaktan sesi kısılmış bir yavru kedi gördüm. Onu dolaştığı sarmaşıklardan kurtarıp ağlamaya başladım. Kurtarmanın sevincinden mi, ömür boyu hayvan mesihi olmanın yarattığı yorgunluktan mı, bilmiyorum. Başkalarının vah vah deyip yanından geçip gittiği kediler, benim yaşamımın kilit taşı olabiliyor.

Marketten süt aldım. Polisevi’ne hayvan sokmak yasak olduğu için, yakalanmamaya dua ederek, kediyi hırkamın içinde içeri soktum. Allahtan resepsiyonda anahtar için beklerken hiç ses çıkarmadı. Yoksa ne halt ederdim bilemiyorum. Gece o kadar sessiz durmadı. 2 saatte bir uyanıp ağladı. Susturmaya çalışırken kah ben onu hırpaladım kah o beni ısırdı. Geceyi öyle bitirdik. 


Mardi ve ben

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder