11.6.14

Yan Yan Güneydoğu'ya - 1


Mardin Müzesi'ndeki mezar taşları

Dünya, mutluluk ve iç huzuru denen nimetlere sahip bir grup insan için düz ve sağlam bir kara parçası iken, kendini hep boşlukta hissetmiş, anlam arayışını bir türlü sonuçlandıramamış olan zavallılar için, karanlık bir delikte amaçsızca dönüp duran, üstünde durulması mümkün olmayan kaygan bir küredir. O şanslı grup hep doğuya giderek başladıkları noktaya varmayı her keresinde başarırken, öbürleri, sürekli bir kayboluştan mütevellit, asla aynı noktaya dönemezler. Bundandır sürekli oraya, buraya seyredişleri.

Gitmek, bir mutsuzun son şansıdır. Mutsuzluğunu kanında, hücrelerinde taşıdığını unutup, başka bir yerde, başka birilerinin arasında, başka şeyler yaparak mutlu olabileceğine dair bir yanılsama yaşamasıdır. Bu yüzden, gezginin mutluluğu bir illüzyondur. Her yeni yolculuğu ise umudun yenilgiye galip gelmesidir.

Bir kafenin içi

Gitme günü geldiğinde işyerinde üstümü değiştirip, sırt çantamı yüklenip binadan dışarı attım kendimi.

Daha uçağın içinde yürürken hissettim nereye gittiğimi. Bu kadar siyah kafayı hiç bir arada görmemiştim. Uçaktan inmemle dolmuşa binmem arasında geçen 15 dakikada arka arkaya bir sürü güzel şey oldu; arabayla yola kadar bırakanlar, dolmuşta paramı ödeyenler, çantamı taşıyanlar... Dolmuşta ise buna tezat, “Yılmayacak, yılmayacak, bu halk sizden yılmayacak, gün gelecek, çark dönecek, sizden hesap sorulacak” diye haykıran bir şarkı çalıyordu.

Dolmuştan Kızıltepe Kavşağı denen yerde inip, dört gün boyunca konaklayacağım Polisevi’ne yerleştim. Hemen dolmuşa atlayıp eski şehire doğru yola çıktım. Mardin Mezopotamya Ovası’nın kocaman, dümdüz göğsünde süt dolu bir meme gibi yükselen bir şehir. Eskiden yerleşim ve yaşam tepenin üst kısmı olan ve “eski şehir” adı verilen bölümdeyken, oradaki yaşam şartlarının zorluğundan ötürü hayat bugün “yeni şehir” denen, tepenin eteklerine yayılan kısıma kaymış. Tüm tarihi ve kültürel miras eski şehirde iken, yeni şehirin görünümü yeni gelişen çoğu şehirdeki gibi karakterden yoksun. Yine de dolmuşla yeni şehirden eski şehire giderken rastladığım görüntüye bakarak “çok güzel” deyiverdim içimden. Kendime şaşırarak neyi güzel bulduğumu anlamaya çalışırken anladım ki bazen göz değil gönül seviyor...

Varış saatim itibariyle gezilecek yerlerin hepsi kapalı olduğundan, bir süre sokaklarda avare avare gezdim. Karşıma tesadüfen çıkan “Seyr-i Mardin Cafe” okunu takip ederek, kendimi kafenin muhteşem Mardin manzarasına sahip terasında buldum ve sezgilerime şükrettim. Bir yandan sırtımı Mardin Kalesi’ne dayayıp, Ulu Cami’nin boynuna sarılarak, bir yandan da nefis Süryani şarabımı yudumlayarak Mardin’de enfes bir günbatımı izlemek, hayatımda yaşadığım en eşsiz anlardan biriydi.  

Seyr-i Mardin'in terasından Ulu Cami ve ovanın görüntüsü

Seyr-i Mardin'in terasından Mardin evlerinin görüntüsü

Seyr-i Mardin'in terasından Ulu Cami ve ovanın görüntüsü

Seyr-i Mardin'in terasından Mardin Kalesi ve evlerinin görüntüsü

Burada gözümü ovadan ayırmadan uzun süre oturduktan sonra yeniden sokağa çıktım. Mardin'de halkın çoğu Arapça ya da Kürtçe konuşuyor, Türkçe çok az kişinin kullandığı bir dil. İki kişi aralarında Arapça konuşurken, üçüncü bir kişinin söze Kürtçe girmesiyle hepsinin Kürtçe konuşmaya başlaması, o arada benim bir şey sormamla da hepsinin İstanbul ağzıyla Türkçe cevap vermesi gibi anlar ise çok komikti. Orada geçirdiğim dört günün sonunda bile hangi durumda hangi dili kullandıklarını anlayamamıştım.

Hava kararır kararmaz sokaklar birden boşaldı. Bir süre avare avare gezdikten sonra, hem yapacak bir şey bulamadığımdan hem de bir adamın “arkadaşlık” teklifinden kurtulmak amacıyla kendimi başka bir kafeye attım. Akşamı burada bitirip, dolmuşla otelime geri döndüm. Dolmuş, adı “Beden Altı Mezarlığı” olan garip bir mezarlıktan geçerken, uzaktan yeni şehirin gecekonduvari resmi görülüyor, dolmuştaki çekirdek çitleyiciler İbrahim Tatlıses’in acıklı şarkısına geri vokal yapıyordu.

Uyumadan önce Mardin’in bir gün camide namaz kılan, ertesi gün Süryani şarabı içip kilisede günah çıkaran; bir pop müzik, bir isyan türküsü dinleyen; aşıklarının biriyle Arapça, biriyle Türkçe, biriyle Kürtçe konuşan; kafası çok karışık, dünya güzeli bir kadına benzediğini düşünüyordum. 


Otel haline getirilmiş eski bir konak







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder