11.6.14

Yan Yan Güneydoğu'ya - 5

Sabah dünyalar güzeli Mardi’ye ve Mardin’e veda edecek olmanın hüznüyle uyandım. Urfa’ya bilet alacağım yazıhaneye gittim. Oradaki sevimli kızcağızla uzun uzun sohbet ettik. Bir ara “Tüm dünyada bir araştırma yapılmış. Eşşeğini en çok seven Mardinlilermiş” dedi.  Ben de “Buna bir hayvansever olarak çok sevindim!” diye haykırdım! :DDDDD Sonra ne kadar koca kafalı bir eşşek olduğumu anlayıp yerin dibine girdim. Kızcağızın “eşlerini” dediğini ben “eşşeğini” diye anlamışım! :DDDDD

Bu eşşekliğimi geride bırakıp Urfa otobüsüne bindim. 3 saat sonra Urfa’daydım. 2 dolmuş değiştirip Öğretmenevi’ne vardım. Çantayı bırakıp hemen şehir merkezine yollandım.

Urfa Mardin’den sonra kocaman, kalabalık, kirli, çirkin bir şehir olarak göründü gözüme. Önyargılı olmamak ve olumlu düşünmek için kendimi epey zorladım.

Çarşıda satılan yerel giysiler

Gezmeye başlamadan önce yemek yemek için bir restorana oturdum. Kısa bir zaman sonra karşımdaki masaya, yüzü bana dönük biçimde bir adam oturdu ve gözünü ayırmadan bana bakmaya başladı. “Bu kez dalaşmayacağım, bakarsa baksın” diyerek makarnamı yemeye devam ettim. Yemeğimin bitmesine az kala kalkıp gitti. Yemekten sonra ben de çıkıp yürümeye başladım ancak kısa bir süre sonra adamın beni takip ettiğini fark ettim. Bu uzun süre devam etti. Bir yandan zihnimden Aikido hareketlerini geçirirken bir yandan acaba birilerinden yardım istesem tepkileri ne olur diye düşünüyordum. Biliyorsunuz polis ve halk böyle durumlarda genelde kadına suçlu muamelesi yapıp erkeği koruyor. Kendimi zihinsel olarak her şeye hazırladıktan sonra Ulu Cami’nin avlusuna girdim. Kısa bir süre sonra adam da geldi. Avluda sadece ikimiz vardık. Gözünün içine bakarak “çok kibar ve sevgi dolu” bazı şeyler söyledim. Yürüyüp gitti ve bir daha görünmedi. Ama benim asabım epey bozuldu.

Dikkatimi yeniden geziye vermeye ve neşelenmeye çalıştım ama şehrin ve insanların havası beni boğdu. O ağır İslami hava, cinsiyetler arasındaki derin uçurum, dini müzikler, Kur’an kursu ilanları, herkesin aile olarak dolaşıyor olması, kalabalık, erkeklerin “erkek erkek”, pis pis bakışları ve en kötüsü de  o muhafazakar kapak azıcık aralandığında havaya yayılan testosteron kokusu nefesimi tıkadı! Bunu daha önce sadece bir kere, Konya’da yaşamıştım.

Sevmedim işte. Kalbim Mardin’e nasıl çabucak sırnaşıverdiyse, Urfa’dan da öyle çabucak uzaklaştı.

Neyse ki Ayn Zeliha Gölü ve Balıklı Göl’de biraz rahatladım. Dünyanın en tombul ve şımarık balıklarını görmek ve asla avlanmayacaklarını düşünmek beni neşelendirdi. Garsonun tavsiyesine uyarak içtiğim menengiç kahvesine ise deli oldum!

Balıklıgöl'ün şanslı ve mutlu balıkları

Ayn Zeliha Gölü'ne nazır menengiç kahvesi keyfi
Ayn Zeliha Gölü

Ayn Zeliha Gölü


Menengiç kahvemi içerken bir yandan da notlarıma baktım. Gezmek üzere not aldığım yerlerin hiçbiri cazip gelmedi. Dikkatimi Harran ve Halfeti’ye yoğunlaştırmaya karar verdim.  



Buradan sonra diğer durağım olan Gümrükhan’a geçtim. Eski bir hanın avlusuna yerleşmiş çay bahçeleri vardı. Birinde oturup bir menengiç kahvesi daha içtim. Yine birkaç dakika içinde yan masaya bir adam oturup gözünü ayırmadan bakmaya başladı. "Başlarım sizin hanınızdan da sizden de, bir huzur vermediniz be!" deyip kalktım ve yürümeye başladım. Bir kuyumcunun kapısında temiz yüzlü bir delikanlı vardı. Ona sıkıntımı anlattım ve rahat edebileceğim bir restoran sordum. “Abla ben de Urfa’lıyım ama nalet bir yer burası!” dedi. Bana bir restoran önerdi. Taksiciye de “Abla misafirimiz!” mesajı verdi sağolsun. O restoranda bir karış suratımla karnımı doyurup merak ettiğim şıllık tatlısından yedim. Fena değildi.

Meşhur şıllık tatlısı

O sırada orada kendimi iyi hissetmediğimi itiraf ettim ve dönmeyi düşünmeye başladım. Otobüsle mi gitsem, uçakla bugün mü gitsem, canımı sıkmayıp kalsam ve keyfime mi baksam falan diye bir girdaba girdim. Odaya vardığımda da aynı düşünceler içindeydim. Şöyle böyle derken ertesi gün dönmeye ama uçak saatime kadar da kaç para olursa olsun Harran’a gidip gelmeye karar verdim. Bana kartını veren taksiciyi aradım. Sabah 7’de beni alması için anlaştık. Sonrasında da çok seviştiğimiz oda arkadaşımla harika vakit geçirdik.

Uçağım 11.30’da olduğu için sabah erkenden taksiye atlayıp Harran’a doğru yola çıktım. Harran’ın kubbeli evlerini gezdim. Sonra da dönüşe geçtim.

Harran'ın kubbeli evleri

Harran'ın kubbeli evleri

Yerli kadın

Harran'ın kubbeli evleri

Harran'ın kubbeli evleri ve yerli kadın


Sonuçta sadece Halfeti eksik kaldı. O da Urfa’nın bana borcu olsun.

Böylece, normalde 1 Ocak’ta dönmüş olacakken yılbaşı günü evde oldum ve sevdiklerimle çok güzel bir yılbaşı geçirdim.

Benzer bir seyahati turla yapsaydım belki daha ucuz ve güvenli olabilirdi ama o durumda da halkla kaynaşmak, abbaralarda kaybolmak, dolmuşa binmek gibi beni oralı gibi hissettiren anları yaşayamazdım. Mezarlıkta fotoğraf çekemezdim. Oranın gerçeğini göremezdim.

Defterimin bir yerine şunları not almışım: Türkiye deyince ne kadar az şey anlıyormuşum meğer, bu ülkeye ne büyük haksızlık! 2 hafta arayla ülkenin en Batılı ve en Doğulu hallerini görüp, onlarca farklı kültüre bulanınca, bu ülkeyi “mozaik” olarak tanımlayan kişiyi alnından öpesim geliyor. Dünyada her köşesi ayrı bir ülke olan böyle kaç tane ülke vardır, bilmiyorum.

Nicelerine...

Harran'da çocuk olmak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder