11.6.14

Yan Yan Güneydoğu'ya - 4

Sabah Mardi’yi (adı Mardi oldu :) ) çantama atıp dışarı çıktım. Önce onu bulduğum yerde anne kedi aradım. Bulamayınca dolmuşa binip veterinere gittim. Veteriner ben kediden anlamam dedi. Kimsenin de kedi bakmayacağını söyledi. Enfekte olan gözü için damla alıp çıktım.

Baktım yapacak bir şey yok, Mardi de çantada mutlu mutlu uyuyor, gezmeye devam ettim. Dolmuşla Kasımiye Medresesi’ne gittim. Anayoldan medreseye kadar 1-2 kilometre yürümek gerekiyordu. Göğsümde asılı çantanın içinde hoplayıp zıplamak Mardi’nin umurunda bile değildi. Mışıl mışıl uyuyordu. Ben de keyfime baktım. Göğsünde minicik bebeğiyle dağ bayır gezen anneler gibiydim.

Mardi Çantada

Kasımiye Medresesi’nde, ailesi 30 yıldır medresenin bakımını yapan Muhammed Dayı’yla tanıştım. Bana çok güzel rehberlik yaptı.

Muhammed Dayı

Kasımiye Medresesi çok eskiden bir bölge üniversitesiymiş. Civar şehirlerden buraya öğrenciler gelirmiş. Medresenin alt katında sınıflar, üst katında ise yatakhaneler vardı. Birçok farklı alanda eğitim verildiği için her bölümün kapısına ilgili bilim dalının sembolü işlenmişti. Kapılarla ilgili başka bir unsur ise hepsinin alçak olmasıydı. Bunun sebebi içeri girerken saygı ifadesi olarak kişiyi başını eğmek zorunda bırakmasıymış. Medresede o zamanlar tıbbi amaçlarla kullanılan aletler de sergileniyordu.

Kasımiye Medresesi


Kasımiye Medresesi'nden ova manzarası

Kasımiye Medresesi’nin muhteşem bir eyvanı vardı. Zinciriye Medresesi’ni anlatırken bu eyvan konusundan ileride bahsedeceğimi söylemiştim.

Medrese ve camilerin çoğunda “eyvan” adı verilen bu yapı vardı. Eyvanların üç amacı varmış. Öncelikle metaforik anlamına değineyim. İnanca göre suyun kaynaktan ilk döküldüğü, en hızlı aktığı ve dökülmenin etkisiyle hareketli olduğu ilk havuz bebeklik, çocukluk ve gençlik dönemini temsil ediyor.  Ardından gelen ve suyun durulduğu havuz yetişkinlik ve yaşlılığı tasvir ediyor.  Son ve en büyük havuz ise ölümü ve da mahşer yerini anlatıyor. Tüm sular bu havuzda toplandıktan sonra, en uçta görülen ince kanalı yani sırat köprüsünü geçerek sonsuzluğa yani Mezopotamya’ya akıyor.

Kasımiye Medresesi'nin eyvanı

Eyvanın diğer var oluş sebebi su sesinin iki derslikten gelen seslerin birbirine karışmasını engellemesiymiş.

Son olarak, astronomi dersleri gökyüzünün suyun üstündeki yansımasına bakılarak işleniyormuş.

Kasımiye Medresesi’nden inanılmaz etkilendim. Keşke okullarımız hala bu kadar güzel olsa...

Kasımiye Medresesi


Kasımiye Medresesi

Medreseden çıkıp yürüyerek eski şehire vardım. Mardi hala uyuyordu ama uyandırıp mama yedirmek ve tuvaletini yaptırmak istiyordum. Önceki gün gittiğim ve Mardi’yi yürütebileceğim geniş bir avlusu olan Surur Han’a gittim. Bir şeyler atıştırdık. Mardi en çok sucuklu yumurtayı ve peyniri sevdi. Suyunu da içirip gezmesi için yere bıraktım. O arada kara kara düşünmeye başladım. Aklımda bin tane düşünce vardı. Google’dan HAYTAP’ın bu bölgedeki temsilcilerini bulup Mardi’yi onlara vermek, Urfa’yı iptal edip Mardi’yle beraber Ankara’ya dönmek, otobüsle Batman’a geçip trenle Ankara’ya dönmek... Kafa at alıp eşek satıyordu. Garsonlara etrafında yavru kedi isteyen kimse olup olmadığını sordum. Bir tanesi gidip birkaç arkadaşına sordu, ama isteyen olmadı. Ankara’dan birkaç kişiyi aradım, sağ olsunlar onlar da benimle beraber kafa patlatmaya başladılar.

Mardi kahvaltı ediyor

Güzel Mardi

Tatlı Mardi

Uslu Mardi

1 saat kadar sonra, yardım istediğim garsonlardan biri yanında genç bir arkadaşla gelerek “Bu alacak senin kediyi!” dedi. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Arkadaşı biraz tanıyayım diye masama davet ettim. Adı da kalbi gibi güzel: Nazım. Mardi’yi çok sevdi, Mardi de onu... Yarım saat falan beraber oturduk. İçim çok rahat biçimde ama çabucak alıştığım Mardi’den ayrılmanın ağır burukluğuyla oradan ayrıldım. Ayrılırken akşam yapılacak sıra gecesine davet ettiler.

Mardi ve babası

Mardi ve babası

Mardi ve babası

Listemde kalan son yerleri gezmeye başladım. Hatuniye Medresesi’ne, Bab – es Sur (Melik Mehmud) Camii’ne vb. gittim ama ya hepsi gerçekten sönük ya da ben kafayı Mardi’den kurtaramadığım için pek haz almadım.

Elimdeki turist haritasında (mutlaka edininiz:  http://www.mardinkulturturizm.gov.tr/dosya/1-282750/h/sehirmerkeziharitasi.pdf) Mungan Ailesi’nin Evi diye bir yer görünüyordu. Abbaralarda kaybolarak orayı ararken bir delikanlıyla karşılaşıp “Kardeş Mungan Ailesi’nin evi hangisi?” diye sordum. “Abla biz de Mungan’ız. Sen hangisini soruyorsun?” diye cevap verdi. “Kaç tane Mungan var burada?” dedim. “Çoook” dedi. Teşekkür edip gülerek ayrıldım. Evi bulamadım. Bulsam da kale duvarı gibi duvarlardan içini yine göremeyecektim zaten. Hoş, kapıyı çalsan içeri buyur edermiş Mardin halkı, herkes öyle söylüyordu.

Muhteşem abbaralar

Yine abbaralarda kaybolmuşken birden bir mezarlığa çıktım. Gözüme çok ilginç göründüğü için, zihnimde dönüp duran, ölülerin mahremiyetine saygı gösterme düşüncelerine rağmen, mezarlığa girip fotoğraf çekme isteğime engel olamadım. 

Mezarlıkta gezinen tavuklar

Mezarlıkta gezinen tavuklar

Mezarlıkta gezinen tavuklar

Biraz daha ilerleyince, mezarların üstünde gezinen tavuklardan daha da ilginç bir görüntüyle karşılaştım: Mezarların arasında neşeyle top oynayan çocuklar... 

Mezarlıkta top oynayan çocuklar ve onları izleyen Suriye'li ufaklık

Mezarlıkta top oynayan çocuklar ve onları izleyen Suriye'li ufaklık

Suriye'li ufaklık

Suriye'li ufaklık

Suriye'li ufaklık


Mezarlıklar genelde işi olmayanın gitmediği, gitse de orada bulunmaktan hazzetmediği yerlerdir diye düşündüğümden, bu görüntü bana çok ilginç geldi. Yaşam ve ölümün bu çok doğal görünen bir aradalığı da...

Mezarlıktan çıkınca yol sorduğum adamla da paylaştım bu hissimi. Adam yazın herkesin o mezarlıkta oturup sohbet ettiğini ya da ailece piknik yaptığını söyledi.

Sokak aralarındaki yürüyüşüm bittikten sonra yine taksiyle Deyr-ul Zafaran Manastırı’na gittim. Deyr-ul Umur kadar olmasa da bu da çok güzel bir manastırdı. Sanırım onun kadar etkileyici gelmemesinin sebebi burayı bir turist kalabalığının içinde gezmek zorunda kalmam oldu.

Deyr-ul Zafaran Manastırı

Deyr-ul Zafaran Manastırı

Deyr-ul Zafaran Manastırı’nda da 40 kişi bilfiil yaşıyormuş. Burası 1932’ye kadar Süryanilerin dini merkeziymiş (şu anda merkezleri Şam’daymış).

Gezi sırasında elektrikler kesildiği için güneş tapınağı denen ve yer altında kalan bölümü zifiri karanlıkta gezmek zorunda kaldık. Rehber o sırada pagan ibadetlerini, kurban törenlerini falan da anlatınca tam oldu yani!

Deyr-ul Zafaran Manastırı

Deyr-ul Zafaran Manastırı

Güneş tapınağı, taşların verev biçimde sıkıştırılmasıyla inşa edilmiş. Harç kullanılmamış. Kilit taşını sökerseniz tüm yapı çöküyormuş (Bu kilit taşı uygulaması Hatuniye Medresesi ve Harran evleri gibi başka yerlerde de vardı).

Manastırı gezmem bitince taksiyle eski şehire döndüm. Maridin Otel’in önünden geçerken gezmem için içeri davet ettiler. 


Maridin Otel'de bir oda

Ramazan ve İbrahim adlarında iki bey bana oteli gezdirdi. Odalardan birinin içinde bir kuyu, altında mahzen ve bir de mahzene inen asansör vardı! Aşağı inmek isteyip istemediğimi sormalarıyla asansöre atlamam bir oldu tabi! İnsan genişliğinde, daracık bir asansörle zifiri karanlık bir yoldan geçip karanlık bir yeraltı mahzenine indim. Adından da anlaşılacağı üzere, eskiden burada şarap saklanıyormuş. Çok ilginç ve eğlenceli bir şeydi. Yine Alice oldum o anlarda!

Kuyulu, asansörlü, mahzenli oda

Mahzene inerken

Mahzenden kuyunun ve asansörün görünüşü

Sonra bana çay da ikram ettiler. O sırada beylerden biriyle sohbet ettik. Konu yine dinlerden açıldı. Müslümanların Süryanilere zulüm ettiğini doğruladı. “Herkes herkese ediyor. Onlar da bize etmiştir” dedim. “İşin doğrusu, hiç etmediler” diye cevapladı. Bu konudaki bilgiler birbiriyle çok çelişiyor. Başka birileri de “Mardin’de tüm dinler birbirine saygılıdır. Ramazan’da onlar ortalıkta yemez, içmezler. Biz de onların noelini tebrik ederiz” demişti. Umarım iyi olan hikayeler doğrudur ya da kötü hikayelerin sonu gelmiştir.

Maridin otelin paganizmden Müslümanlık'a kadarki dinleri gösteren panosu

Bir süre daha orada burada aylaklık edip, hem Mardi’yi sormak hem sıra gecesine katılmak için tekrar Surur Han’a döndüm. Ancak sıra gecesine çok vardı. Nazım da çok meşguldü. Ben de her kedi sesini Mardi’nin sanıp kalp çarpıntıları falan yaşamaya başlayınca otele dönmeye karar verdim.

O akşam odaya bir arkadaş geldi. 2-3 saat sohbet ettik ve uykuya çekildik.

Muhteşem Mardin'deki turum böylece sona erdi.



Mardin'de gün batımı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder