16.12.13

YARIMADADA ÇAMURAŞK - 7

Karanlık, yağmurlu bir güne uyandım. Deniz kafası karışık ve öfkeli gibiydi. O da benim gibi ya çok durgun ya fırtınalı demek ki, onun da ortası yok. Belki o da biriktirip biriktirip sonra celalleniyordur…

Normalde bu hava can sıkabilirdi ama ben kartpostal sonunda fotoğrafa dönüştüğü için çok mutlu oldum. Kasabanın bu yüzünü de görmek istiyordum.

Kahvaltıdan sonra, yine önceden yazıştığım Nural’ı aradım. (http://nuralsentunali.com). Gel dedi. Güvercinlik yakınındaki Kuyucak Köyü’ne doğru yola çıktım. Sağ olsun, eşi Cem beni köyün girişinden aldı. Bu bölge de Bodrum’un en doğal yerlerine eklendi zihnimde. Issızlığın ortasındaki atölyeye vardık. Hava kararana kadar Nural’la yerimizden neredeyse hiç kalkmadan ve neredeyse hiç susmadan sohbet ettik. Ağzımızı karşımızdakinin ruhuna dayamış, dökülmesine izin verdiği her şeyi emer gibiydik. O minik, loş atölye; sırtını verdiği pencereden giren son güneş ışıklarının kızıl saçlarını daha da kızarttığı hali ve hep sakin yüzüyle Nural; sessizliğin bir parçasıymış gibi olan, hiç susmayan müzik; yıllardır tanışırmışız gibi ettiğimiz sohbet; orada burada çeşit çeşit seramik işler ve sobanın neşeli çıtırtılarını hiç unutmayacağım. Cebimdekiler mi? Bolca umut…  (Nural, hayatımın en garip ve güzel günlerinden birini yaşadım. Çok çok teşekkür ederim. Her şey gönlün(üz)e göre olsun).

Son akşamımı Bodrum’da geçirmeye karar verdim. İlk kez Barlar Sokağı’na gittim. Denizin dibinde oturup, oturduğum yerde bile rüzgardan savrularak içtim.




Başka bir yere geçtim. Yine içtim. Etrafı izledim. Sokakta bir oğlan bir kıza evlenme teklif etti. O tombul sokak köpeklerinden biri geçti. Nural’ın minyatür testileri geçti gözümün önünden. Bir de oradan ayrılmadan önce, evden dışarı adımımı atar atmaz gördüğüm göçmen kuş sürüleri. Bir tanesi sürüden ayrıydı. Oraya buraya uçup duruyordu. Helal olsun demiştim. Sonra sürünün ardından delice kanat çırpmaya başladı. En çok o geldi aklıma…




“Bodrum’a alıştım ben” dedim. “Ne kadar seversem seveyim, bugüne kadar gittiğim her yerde kendimi ayrık hissetmiştim,  etim oraya kaynamazmış da, oraya ancak bir çengelle takılır gibi eklenebilirmişim gibi… Gittiğim yerleri ne kadar seversem seveyim, yüzüm hep dönmeye dönük kalırdı. Burada olmadı bu. Aileme kavuşma hayallerini burada da kurdum ama bu kez onlara burada kavuşmayı istedim.

Bodrum’u pırıl pırıl süslerlerken buruldum. Hani zaten çok güzel olan kızları süslü püslü giydirir, ağızlarını gözlerini boyarlar, bir sahtelik gelir üstlerine, güzellikleri zedelenir ya, öyle geldi. O sırada yine sela verildi. Birilerinin iyi tanıdığı ve öldüğü için üzüleceği birinin daha öldüğü bu küçük, güzel ülkeyi arkamda bırakıp; milyonlarca insanın, ne kendilerinin ne başkalarının ölümünü bile fark edemeden yaşadıkları o gri kabristana geri dönmek üzereydim.

Odama döndükten sonra epey süre uyku tutmadı. Dönmemek üzerine ciddi planlar yaptım. Bir kısmına pek plan denmez, hayal demek daha uygun olur. Sabah uyanacak, yatakta sırıtarak doğrulacak ve Ortakent, Yalıçiftlik ya da Güvercinlik taraflarında kiralık ev bakmaya gidecektim. 1-2 aylık rapor ayarlayıp düzenimi oturtacak, yeni hayatımın keyifli “şokunu” atlatınca da bundan sonra ne yapacağıma bakacaktım. Sonra çocuklarımı, gelirlerse ailemi yanıma alacaktım.

Korktum.

Yapamamaktan değil, yapabileceğimi hissetmekten; hayallerime kavuşmaktan korktum.

Bavulumu toplayıp dışarı çıktım. Uçak saatime kadar yine Yalıçiftlik’te olmak istedim. Yine belediyenin Yalı’daki çay bahçesinde oturdum. Arkamda çıtır çıtır yanan şömine, önümde delirmiş gibi tepinen deniz, gökyüzünde sabit kalmak için çılgınca mücadele veren martılar, elimde aynı gün bitirdiğim kalın bir kitap, bütün gün oturdum.

Sardunya ise tüm gün manzaraya dalıp gitti.








Benmişim -neymiş- su sesiymiş
Oymuş -cam kırıkları gibi gövdemi yakan-
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.

Güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.

Yıldızlar, büyülü ülke adımı unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
Ve kenti bir ölüm derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.

Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.


E.C.



Pencereden görünen manzarayı fotoğraflarken cama yansıyan şömine alevi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder