16.12.13

YARIMADADA ÇAMURAŞK - 2

Bodrum’a bir akşam vakti indim. Yazın nasıldı hatırlamıyorum ama şu zamanda en bakımsız haliyle birilerine yakalanmış starlara benzettim. Kaldığım Gümbet’te az sayıda mekan açık. Bazıları yazdan kalma berbat bir alışkanlıkla bangır bangır bağırmaya devam ediyor. Oysa ortalıkta doğru dürüst insan bile yok: Ben, esnaf, yerliler ve köpekler.

Gümbet’te aptal aptal gezdiğim bir akşamdan sonra, Shark Otel’de keyifle konakladığım odamda güzel bir uyku çektim.




Gün doğup odamın penceresinden dışarı bakınca denizi görüp aptallaştım. Gece anlamamışım etrafta neler olduğunu. Birkaç gün boyunca süreceği gibi, pırıl pırıl bir gün vardı, ne şans! Sabırsızlıktan kahvaltımı ağzıma resmen “tepip” kendimi dışarı attım.

Gümbet sahilinde yürüdüm. Denize giren bir köpek ve onunla şakalaşan mutlu kadınlar gördüm. Gelmeden önce en çok terk edilmiş köpeklerden korkuyordum. Neyse ki genelde hepsi tombul ve neşeli görünüyordu.





Deniz kımıltısız ve ayna gibi, hava ışıl ışıl ve ılık, ortalık sessiz ve huzurluydu. “Hayat böyle olmalı” dedim. “Niye böyle yaşamıyoruz? Üstelik çok şükür, buna gücümüz, sağlığımız yeterken… Bu sessizliği, yavaşlığı, denize bakarak kahve içmeyi, köpeklerimizi denize götürmeyi, atölyede çalışmayı, bahçede kitap okumayı, niye o uğursuz, katastrofik hayatlarımızın içinde çürümek pahasına aklımızdan uzakta tutuyoruz? 




Sahilde bir çay bahçesinde oturdum. Bir grup kadın kahvaltı için buluştular. Buluşma yerine ellerinden tuttukları uyuşuk çocuklarıyla, uyuşuk uyuşuk yürüyerek geldiler birer birer. Uyuşuk olmak ne büyük lüks biz aptalların çoğu için!

Birisi “Sela okundu. Bilmemkim mi öldü acaba?” dedi. Öbürleri onayladı. Selanın kimin için okunduğunu bildiğin bir yerde yaşamak ne büyük mutluluk, değil mi?






Kadınlar çocuklarının okulundan, dershanesinden, yaşlılardan, hastalardan falan bahsedince garipsedim. Hani orası Bodrum ya, orda herkes tatil için bulunacak gibi bellemişim. Sonraki günlerde de okul formalı çocukları falan hep garipsedim. Ben garipsesem de gayet yaşanıyor işte burada! Çocukla da, yaşlıyla da, hayvanla da…

Garson Bodrum’a yürüyebileceğimi söyledi. Tabi ki adet yerini bulsun diye önce bir güzel kayboldum. İyi ki de kaybolmuşum. Muhteşem manzaralar gördüm. Hele o maki kokusu… Ahh… Çocukluğumun Datça’sının ciğerlerime nakşettiği o koku… Kaybolmak hep güzeldir, değil mi? Yolunda gitmeyen şeyler ve insanlar iyidir! Kucakları hediyelerle doludur! Yoldan çıkın!

Ama çıktığınız yola geri dönün ki yeniden yeniden yoldan çıkabilin! Ben de öyle yaptım. Bardakçı üstünden Bodrum’a yürüdüm.






Seyahatimin önemli amaçlarından biri Knidos Akademisi’ni ziyaret etmek olacağı için hemen Datça feribotunu sordum. Bu mevsimde Kos’a bile feribot varken, Datça’ya yoktu.








Bodrum Kalesi ve Sualtı Müzesi’ni gezdim. 

Bodrum cıvıl cıvıl, pastel tonlarda bir karnavaldı. Burası bu mevsimde bile epey canlı olduğu için, şehrin dışında bir çiftlikte yaşayıp, ihtiyaç halinde merkeze inilebilir diye düşündüm. Tipler çok düzgündü. Antalya’nın midemi bulandıran tiplerinden, turistlerinden  çok farklılardı. Çocuklar, gençler bile pırıl pırıldı. Zaten bir yerin kalitesini anlamak için ergenlerini incelemek yeter. Bir yerde bir omzu önde, küfrederek gezen, kızlara sataşan, yerlere tüküren ergenleri gördüysen oradan kaç!


Bodrum Kalesi

Bodrum Kalesi


Bodrum Kalesi

Bodrum Kalesi

Günü Bodrum’da bitirdim. Sürekli sanki orada yaşıyormuşum gibi bir kafa yakalayıp ne hissettiğimi bulmaya çalıştım ama tabii ki çok gerçekçi tespitler yapamadım. Ayırt edebildiğim temel duygulardan biri, aman ne sürpriz, anksiyeteydi. Yalnız başıma yabancı bir yere yerleşme düşüncesi ürkütücüydü. Bir an kendime acıdım. “Ben var ya, aslında olabileceğim en kötü yerde, araftayım! Daha da kötüsü, hangi taraf cennet, hangi taraf cehennem, bilmiyorum! En kötüsü, iki dünyadan da korkuyorum!”.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder