21.12.11

Gars




Adet haline getirdiğim üzere, bu yılın sonunu da, 30 saatlik bir tren yolculuğunun ardından, daha önce bulunmadığım bir yerde geçirdim.

Gars'a gittim, Gars gaşarı yedim, gristal gar gördüm, Gars Galesine baktım, Sarıgamış'a gittim, Ani harabelerine gittim.

Ama "Oooceele et!" dediler, acele etmedim :D

Şaka bir yana, Kars muhteşem bir yer arkadaşlar! Bu mevsimde gidilsin, görülsün derim... Hele o kristal kar yok mu!... Bence adının Türkilizce "Kars" (karlar) olması pek manidar...

Aramızdaki sınırı çizen 3-5 metre genişliğindeki çayın berisinden Ermenistan'a bakarak, insanoğlunu birbirinden ayıran ne çok insan yapısı engel olduğunu düşündüm.

Bu gezi üstüne uzun uzun yazılacak çok şey vardı ama üç günde iki mide kanaması, bir sistit derken yalan oldu...

Hayırlısı...


7.8.11

Useful tips for your Thailand trip

I want to share some useful info for the independent travellers planning a Thailand trip (script written on August-2011):

·We have seen almost all country in 2 weeks and we can say that, if you just want to see the things around, almost every city except Bangkok can be seen in only one day. On the other hand, if you want to join some activities such as rafting, elephant safari etc. you need more time.

.Intercity transfers generally take much time by bus (3-7 hours). So, carefully plan your agenda. Also keep in mind that domestic airlines are not too expensive and can be another good alternative.

·Although we have been in Thailand in August (rainy season), there were no need to bring nor an umbrella neither a rain coat. We have never used them since it is still warm while it is raining.

·Lovely monkeys at Phi Phi Island can sometimes bite! :D Be careful! Don’t get too close! But don’t miss the chance to watch them. They are really cute.

·The boats between Phuket and Phi Phi are rare! (every 2-3 hours). Get reliable info about the timetable.

·We strongly believe that Thailand is among one of the safest countries for tourists and Thai people are one of the best ones all around the world! Unfortunately, we think that Bangkok can be an exception of this. Since our bag was stolen by two thiefs who got closer to our tuktuk and took our bag as we were having a tuktuk trip, take good care of your personal belongings under such circumstances.





·As a vegetarian for about 20 years, i realised that some meals that you think they are vegetarian may not be so! :D For example, a vegetarian-food seeming noodle soup can be boiled with pork.

·If you want to see Phu Lang Ka region it is possible even in the low season. Get in the bus (which goes to Chiang Kham) which departs from the old bus station in Chiang Rai at 09.30 everyday. The bus driver knows the region and the lovely Phu Lang Ka Resort which is the only accommodation facility in the region. Do your best to see the tropical forests, lovely lake and especially the fascinating waterfall that are very near to the Phu Lang Ka Resort! Kevan, the lovely owner of the resort can help you to find a car and driver (you can find some photos of us and some from the internet here: http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-2.html)

·In the low season make sure that you have some canned food with you. Actually we recommend you to bring few cans of canned food even if you won’t go to the rural districts, because Thai food is not for everyone. If you don’t have some, keep in mind that an Italian pizza brand which is very delicious called "1112 Pizza" has a very wide network in the country.

·Don’t be too lazy to use your mosquito repellent if you don’t want to be a cullender! :D





·Yes tuktuk is a very cheap way to hang around, but don't forget that taxis can even be cheaper!

·It is impossible to visit the ruins in Ayutthaya on foot in only 1 day! We strongly recommend you to hire a tuktuk. We met a personal guide with his own car, in Kanchanaburi. His name was Mr.Wut and he was a great great great guy and guide! We really admire his information and attitude. We wanted him to take us from Kanchanaburi to Ayutthaya and be our guide there. After a visit in Ayutthaya with his perfect guidance, we wanted him to take us to Bangkok from there. We are very glad for it since he was a great guide, the inter-city transportations became easier (and not too much expensive) and we could do many things in only 1 day! (Early morning shopping in Kanchanaburi, trip to Ayutthaya, visiting the ruins there and trip to Bangkok). We strongly recommend Mr.Wut! His email adress and mobile number are as follows: 081-8316788, wuttichai_wt@yahoo.com

Please don’t hesitate to contact praguesapril@gmail.com for your further questions.

and.. say hi to that lovely country and her great people, which we have already missed too much...
-
-
for some photos of our Thai trip:
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-1.html
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-2.html
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-3.html
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-4.html
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-5.html
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-6.html
http://icanflie.blogspot.com/2011/08/doguma-bolum-7.html
-
-

6.8.11

DOĞUMA - Bölüm 10

3. gün:

Sabah erkenden dalış teknesiyle açıldık. Ong dalışlarını yaparken ben de şnorkelle takıldım. Yine onlarca rengarenk balık gördüm ama daha da harika olan kocaman bir deniz kaplumbağasıyla yan yana yüzmekti! O nefes almak için suyun yüzeyine çıktığında ben de onunla çıkıyor, sakin hareketlerle derine doğru yüzerken ben de onu takip ediyordum. Dalışa gitmenin başka bir güzel yanı ise kalabalık ve keşmekeşten uzak kalabilmek, üstüne de bakir sularda dalabilmekti.



Dalış bitip karaya döndüğümüzde soluğu birkaç gündür kesip durduğum dövmecide aldım. Ne zamandır sağ elimin yüzük parmağı için dövme düşünüyordum. Önceki akşam onun bir nilüfer olmasını istediğime karar vermiştim. Dövmeciye girip o dövmeyi yaptırdım. Artık bana her zaman Tayland’ı hatırlatacak ve hiçbir hırsızın benden çalamayacağı bir şeye sahibim.

Dövmeciden sonra bir İtalyan restoranında pizza ve bira keyfi yapıp, ertesi gün de dalışa gideceğimiz için yine makul bir saatte odamıza yollandık.


4. gün:

Sabah erken kalkacağımız için geceden alarm kurmuştuk. Sabah alarmı duyunca ben tam kalkmaya davranmıştım ki Ong gülerek kolumdan çekip “Yat yat” dedi. Ben alarmın çaldığını söyleyince iyice gülmeye başladı ve odamızın karşısında duran muzır papağanı işaret ederek sesi onun çıkardığını anlamamı sağladı. Bir süre daha uyuduktan sonra hazırlanıp dalışa gittik. O gün önceki günden farklı olarak ben de tüple daldım. Her iki dalış da çok keyifliydi ama özellikle ikinci daldığımız yer olan duvardaki yaşam zenginliği tarifsizdi! Deniz kaplumbağaları, rengarenk balıklar, dev mercanlar, köpekbalıkları... Gerçekten rüya gibiydi. Ölmeden önce mutlaka yapılması gerekenler listesinin ilk sıralarında yer alması gereken bir deneyimdi!











.





































Günün diğer bir ilginç olayı ise akşam Ong’un da sırtına dövme yaptırması oldu. Ancak yaptırdığımız dövmeler modern cihazlarla değil mızrak gibi geleneksel bir aletle yapıldığı için işlem diğerine kıyasla oldukça acı vericiydi. Sonuç ise gerçekten çektiği acıya değdi.



5. gün:

Adadan son vapur 14.30’da olduğu için o saate kadar adada oyalanıp sonra Phuket’e dönmek üzere vapura bindik. Orada bir otele yerleşip akşam yemeği yedik. Çok erken kalkacağımız için erkenden yattık.

Sabah çok erken saatte kalkmamızla başlayan zorlu yolculuk süreci bizi yaşadığımız şehre ulaştırdığında ben sevdiklerim ve bazı yiyecekler – yemekler dışında ülkeme dair hiçbir şeyi özlememiştim. Uzun zamandır ne zaman yurtdışından dönsem daha da az özlemiş oluyorum zaten... Çünkü çoktandır kendimi bu ülkeye ait hissetmiyorum. Bu ülkeyi oluşturan halkın büyük kısmı bana çok uzak artık.

Döndüğümüzden beri o güzel ülkeyi çok özlüyoruz. (Her ne kadar döndükten kısa bir süre sonra PETA üzerinden gelen bir protestoda Tayland’da kedi, köpek katliamlarının dorukta olduğu ve zavallıcıkların derileri için öldürüldükleri bahis edilmiştiyse de buna inanmak istemiyorum). O güzel ülkenin anıları ve yeniden gitme fikirleri hep aklımızda. Kim bilir?

Belki de bir dahaki sefere Laos, Vietnam, Myanmar, Kamboçya, Endonezya falan...

Yeni rüyalar...



Khap khun kha Tayland!

Sawadee kha Türkiye...


DOĞUMA - Bölüm 9

PHI PHI DON ADASI

1. gün:

Bangkok’tan uçakla Phuket’e, oradan taksiyle limana, biralarımızı içip sohbet ederek yaptığımız 2 saatlik keyifli bir tekne yolculuğuyla da Phi Phi Don adasına vardık.




Adaya indiğimiz anda içine karıştığımız insan seli, restoranlar, dükkanlar, hatta ezan sesi (!), önceden beri kurduğumuz açık mavi deniz, beyaz kumlar ve ıssızlık içeren tropik hayalimizi bir anda dinamitledi! Akşam tanıştığımız ağzına kadar dolu restoranlar, kötü servis ve yağ emmiş balıklar da eklenince moralimiz daha da bozuldu. Ancak akşam on gibi başlayan, on bir – on iki gibi en yüksek seviyelere çıkan, adanın her bir yerinde “kamoooon, kamoooon, kamoooon ay layk it layk it layk it!” diye yankılanan lanet müzik sesi kelimenin tam anlamıyla hayallerimizi yerle bir etti!

Ne garibiz aslında insanoğlu olarak... Issız, saklı bir cennet bulup orada yaşayalım, ama o cennete başka kimse gelmesin diye hayal kuruyoruz. Kürşat Başar'ın bir öyküde dediği gibi, dokunulmamış kar örtüsünün üstüne ilk biz basmak istiyoruz...






Günü böyle moral bozukluklarıyla geçirdikten sonra akşam şansımıza, görüşmeye gittiğimiz Barakuda Diving Center'de Yadigar isimli bir Türk arkadaşla tanıştık. Ona sakin kaçamaklar yapabileceğimiz yerleri sorduk. Sağolsun bize çok güzel tavsiyelerde bulundu. Ertesi günü daha güzel geçirebileceğimize dair bir umutla bungalovumuza geri döndük. Verandada kafa çekip sohbet ederek uykuya hazırlandık.





2. gün:

Güne tek gözünü enfeksiyondan ötürü kaybetmek üzere olan bir kedi yavrusunun telaşıyla başladık. O sıcakta bi taraflarımdan ter akarak adada eczane aradım. Neyse, hanımefendinin ilaçları bulundu. Sırf kendi tedavisi için Türkiye’den geldiklerini sandığı Dr. Ong ve Dr. Çong tarafından damla ve merhemle bakımı yapıldı.

Öğlen deniz taksisi tutup Yadigar’ın önerdiği yerlerden biri olan Long Beach’e gittik. Pudra gibi bir kumsal ve fosforlu yeşil bir deniz hayallerimiz burada gerçek oldu. Suda epey vakit geçirdik.



Biraz açıldığımızda etrafımızı sarıveren, burnumuzun dibine kadar girip bize bakan rengarenk, en uyuşuğundan en hareketlisine, en büyüğünden en küçüğüne, türlü türlü balıklar gördük.














Kendi kendime birkaç kez “Bu gerçek olamaz!” dediğimi hatırlıyorum. Gerçekten büyüleyiciydi!

Birkaç saat orada takıldıktan sonra yemek yemek, Fifi’nin (Phi Phi, Fi Fi diye okunduğu için kızımızın adını Fifi koyduk) göz bakımını yapmak gibi sebeplerle otele geri döndük. (Meraklısına not olarak şu bilgiyi de geçmekte fayda var; özenli bakımımızla Fifi hanımın gözü günler içinde tamamen iyileşti. Dahası, ilaçlar gözünü acıttığı zamanlarda dikkatini dağıtması için rüşvet olarak kullandığımız ve Tayland’da çok seyrek bulunabilen salamlar, sosisler ve inek sütleri de kendisi ile kardeşleri tarafından dört gün boyunca afiyetle mideye indirildi).

Öğle yemeğinden sonra denizde yürüyüşe çıktık. Yok, Türkçem bozuk değil. Deniz kenarında değil, tam da böyle, denizde demek istedim, çünkü akşamüstü çok güçlü bir gelgit, denizi yüz metre kadar geri çekiyor. Böylece gündüz yüzdüğün yerlerde akşamüstü yürüyüş yapabiliyor, denizin zemininde yer alan türlü türlü canlıları görebiliyorsun.



Yürüyüşümüzün sonlarına doğru, denizin çekildiği yerlerdeki midyeleri yemeye gelen maymunlar ormandan birer birer gelmeye başladı. Ortalık bir anda çocuk, erkek ve en güzeli de göğüslerine sarılmış bebekleriyle anne maymunlarla doldu. O el kadar, kel kafalı bebeklerin annelerinin göğsünde gezişi, annelerin midye yiyişi falan benim için gerçekten eşsiz görüntülerdi. Ancak kendimi tutamayıp bu büyüleyici görüntüye gereğinden fazla yaklaştığım için, yani tamamen kendi hıyarlığımdan ötürü,  karısını ve çocuğunu korumak isteyen kıskanç bir kocanın ve diğer bıçkın arkadaşlarının saldırısına uğradım. Bir tanesi elimi ısırdığı için, sonrasında, ilki adada olmak üzere beş kez kuduz iğnesi olmam gerekti.





Ertesi gün Yadigar’ın çalıştığı dalış okuluyla dalışa gideceğimiz için, o akşam sakin ve kaliteli bir restoranda keyifli bir yemek yiyip içkilerimizi içtikten sonra odamıza çekilip uykuya düştük.

DOĞUMA - Bölüm 8

Bangkok’taki son günümüzde sabah erkenden kalkıp Türk Büyükelçiliği'ne gittik. Görevlilerden Zeynep Hanım pasaportların Türkiye’den gelmesi gerektiğini ve bu sürecin 2-3 haftayı bulacağını söylediğinde kafamdan kaynar sular döküldü! “Nasıl yani, 3 hafta ülkeye dönemeyecek miyim? İş ne olacak? Çocuklarım ne olacak?” gibi sorular altında ezilirken, “O yüzden size seyahat belgesi düzenleyeceğiz” deyince rahat bir nefes aldım! Kaybettiğim nüfus cüzdanımı da orada yeniden çıkarttırdım.

Sağolsunlar, büyükelçilikteki Fatih Bey ve Zeynep Hanım hem işlemlerimizi sorunsuz ve çabucak hallettiler, hem de sohbetleri ve ilgileriyle bize iyi geldiler. Elimizde sayfa sayfa evraklarla elçilikten çıktık. Bu tatsız kapkaç yaşantısından geriye çok sevimli bir hatıra kalmış oldu: Arka yüzünde Verildiği yer = Bangkok yazan yeni bir nüfus cüzdanı! Öte yandan, yola çıkmadan önce gördüğüm rüyanın yansımasının bu olacağını tabii ki hiç ummamıştım.

Akşam da önce bir Meksika restoranında bir şeyler atıştırdıktan sonra gece pazarına gidip sevdiklerimize ve kendimize bir sürü şey aldık. Bol bol para harcayıp, Ong’un öldürücü pazarlıklarıyla esnafı çıldırttıktan sonra son gecemizi geçireceğimiz evimize döndük. Bir şehirden ayrılırken bu kadar mutlu olmuş muyumdur emin değilim. Ong ise “mahallesinden” ayrılacağı için biraz hüzünlü olmakla beraber, bir yandan da ertesi gün çok zamandır hayallerini süsleyen tropik sulara kavuşacağı için delice neşeliydi.



DOĞUMA - Bölüm 7

Bangkok’ta başka bir gün

Normalde Ayutthaya’ya Bangkok’tan günübirlik gidip gelecekken, önceki gün yaptığımız plan değişikliğiyle Ayutthaya’yı aradan çıkarınca Bangkok’ta fazladan bir günümüz olmuş oldu. Aslında ben ilk ayak bastığımız andan itibaren Bangkok’u hiç sevmemiş, sürekli depresif ve sıkıntılı hissetmiş ve bir an önce oradan ayrılmak istemiştim. Ancak biletlerimiz, otel rezervasyonlarımız vb. önceden ayarlanmış olduğu için bu değişiklik bize ekstra masraf getirecekti. Biz de Bangkok’taki günlerimizi en iyi şekilde geçirmeye karar verdik.

Ong’un gitmeyi istediği Siam Ocean World isimli dev bir akvaryum vardı. Oraya gitmeye karar verdik.

Bangkok gerçekten çok garip bir şehir. Daha önce birçok metropol – megapol gördüm ama o hepsinden farklı! Hani şu 2157 yılında bilmemne geçen bilim kurgu filmleri olur ya, gökyüzünde tren rayları olur, binaların arasından yollar geçer falan, aynı öyle işte!

Bir defa şehirde her şey çok katlı! Tamam gökdelenleri falan zaten biliyor ve bekliyorduk ama yollar, tren rayları falan bile çok katlı kardeşim! En altta bir otoyol gidiyor. Onun üstünde köprü üstünde başka bir otoyol. Onun üstünde başka bir köprü yonca yapıyor. Onun üstünde metro rayları... Onun üstünde göktren rayları... Bunları kuşatan gökdelenler... Hepsi birlikte gerçekten çok garip bir görüntü oluşturuyorlar. Dahası, her şey o kadar sıkış tepiş ki, sanki birisi uçaktan bakmış, bu şehrin daha neresine ulaşım ağı yapabiliriz diye düşünmüş, gökdelenlerin arasında kalan üç beş tane boşluğa da göktren raylarını sıkıştırmış! Kimi güzergahlarda 5., 6. kattaki balkonların dibinden geçiyorsun!











Neyse, bu görüntüler arasında Siam semtine vardık. Gideceğimiz akvaryum bir alışveriş merkezinin içindeydi. Hayvanların doğal ortamlarından ayrılmasına yol açan her türlü oluşuma karşı olmakla beraber bir kerelik günahkarlığın beni kendi cehennemime götürmemesi için dua ederek içeri girdim. Akvaryumun içinde değişik değişik onlarca küçük akvaryum vardı. Hayatımda belgesellerde bile görmediğim gariplikte deniz yaratıklarını orada gördüm. Tarif etmeye kalksam saçmalık olur gerçekten. O yüzden sözü yine fotoğraflara bırakacağım.







Son kertede, büyük bir havuzun içinde köpekbalıkları, vatoslar ve koca koca, garip balıklarla yüzmek için kayıt olduk. Kafamıza astronot başlığına benzeyen o dev başlıklardan taktılar. Saydığım bu canlılarla 15 dakika beraber yüzdük. Köpekbalıkları da çok etkileyiciydi ama ben en çok vatosları sevdim! Zaten oldum olası vatoslara ilgim vardı. Onların şirin mi şirin suratlarını ve suyun içinde uçar gibi gidişlerini canlı görünce daha da büyülendim. Fotoğraf ve video çekimi yaptırdık.






























Sonrasında zavallı karınlarımızı doyurmak için alışveriş merkezinin içinde epey mücadele verdik. Kah aradığımız şeyi bulamadık, kah derdimizi anlatamadık, kah biz anlayamadık, kah aldığımız şeyi beğenmedik derken aç ve sinir içinde dışarı çıktık. Kapının önünde bir sigara içip plan yapalım dedik. Biraz sinirli olduğumuz için hadi barlara gidip kafaları kıralım dedik. Gideceğimiz yer yakındı. Yürüsek mi tuktuka mı binsek derken ne yazık ki tuktuka binmeye karar verdik.

Tuktuk şoförü gideceğimiz yerin 2 km uzakta olduğunu söyledi. Ancak yol bir türlü bitmiyordu. Şoför aptal aptal sorular soruyor, kötü kötü espriler yapıyordu. Sonradan bunların benim dikkatimi dağıtmak için olduğunu anladık tabi... Uzatmayayım, bir süre sonra yanımıza motosikletle yanaşan iki kişi bacaklarımın arasında duran sırt çantamızı alıp kaçtılar. Şoföre takip etmesini söylesek de sonradan adamlarla anlaşmalı olduğunu anladığımız şoför kenara çekip durmayı tercih etti. Pasaportlar, benim nüfus cüzdanı ve hepsinden daha acı olanı, fotoğraf makinelerimiz çantayla beraber gitti! Filler, köpek balıkları, vatoslar, harabeler, göller, nehirler, şelaleler, bir sürü anımız yok olup gitti... Allahtan paralar başka yerdeydi...

Şimdi gülüyorum aslında ama o gün ve sonrasında bu olay bizi epey sarstı. Ben Bangkok’ta kalan vaktimi deliler gibi uyuyarak geçirdim. Canım odadan dışarı çıkmak bile istemedi.

Neyse, karakol, kayıt, zabıt, boşuna dövünüp durmalarımız gibi bir sürü tatsız hikayeden sonra kendimizi pasaportsuz, fotoğraf makinasız, kimliksiz falan sokaklara attık. Canımız öyle sıkkındı ki o gece eğlencenin dibine vurup düşünmeden para harcamaya karar verdik. Üzüntümüzü taşkınlıkla unutacaktık.



Mahallemize yakın bir sokak alabildiğine striptiz klübü doluydu. Kızlarını beğendiğimiz birine girdik. Beklediğimizin aksine, içkilerin fiyatları makuldü. Bara, kızların ayak ucuna oturup deli gibi içtik.





Kızlara para taktık. Masamıza çağırıp içki ısmarladık. İki abaza hergele Tayland’ın strip barlarında ne herzeler yerse onları yedik işte, falan filan diyerek geçiyorum bu kısmı :D Bu arada, barda tek bir tuvalet vardı ve üstünde de Man yazıyordu hehehe!

Not: Kızlar ve şovlar güzel olsa da ülkenin böyle tanınmasının ülkenin diğer güzelliklerine haksızlık olduğunu düşünüyorum.


DOĞUMA - Bölüm 6

Kanchanaburi – Ayutthaya – Bangkok

O gün normalde Kanchanaburi’den Bangkok’a geçecektik. Ancak cin fikirli Ong’un önerisiyle, önce görmek istediğimiz başka bir yer olan Ayutthaya’ya gidip, bölgeyi gezip, sonra Bangkok’a geçmeye karar verdik. Bunun için de şoförlü bir araba kiraladık.

Önceki gece Kwae Köprüsü'nün güzel fotoğraflarını çekmiştik ama bir de gün ışığında çekmek istiyorduk. Rehberimiz olan Mr. Wut’tan bizi köprüye tekrar götürmesini istedik. Fotoğrafları çektikten sonra uzun bir süre hediyelik eşya dükkanlarının arasında kendimizi kaybettik. Sonunda Ayutthaya yoluna düşebildik.

Mr. Wut dünya tatlısı bir adamdı. Hep gülen yüzü ve her şeye “tabi tabi hiç sorun değil” diyen tavrıyla bizi kendine hayran bıraktı! Aslında normalde bizi Ayutthaya’ya götürünce işi bitiyordu ama bize saatlerce bölgeyi gezdirdi. Gördüğümüz her şeyle ilgili uzun hikayeler anlattı. İyi ki de öyle yapmış çünkü bölgeyi arabasız ve rehbersiz gezmeye çalışmak aptallık olurmuş.







Mr. Wut bizi önce ağaç gövdesi içindeki Buda yüzüne götürdü.

Ardından Ong’un görmeyi çok istediği şeylerden olan Yatan Buda’ya gittik. Yatan Buda’ya bir süre mal mal baktıktan sonra Mr. Wut bizi Buda’nın ayakucuna götürdü. Cebimizden çıkardığımız bozuk baht’larımızı (Thai parası = Baht) önce yüzümüze yapıştırıp sonra Buda’nın ayaklarının altına yapıştırmaya çalıştık. Kimseninki yapışmazken bizimkiler yapışıp kaldı. Türk’ün cildinin yağı zamk gibidir zamk! Elin gece gündüz pirinç yiyen caponununki yapışmaz tabi!






Neyse, paralarımızı yapıştırdıktan sonra baktık millet Budist rahiplerden turuncu kumaş satın alıp Buda’nın üstünü örtüyor. E bizim neyimiz eksik dedik, aldık Buda’nın yorganını! Hepimiz kumaşın bir ucundan tutup çekerek Buda’nın üstünü örttük. Ayrıldığımızda yeni yorganının altında sırıtarak uyumaya devam ediyordu!

Paralarımızın Buda’nın ayaklarının altına hemen yapışıp kalması ve Buda’nın üstünü örtmemiz bize iyi şans, sağlık falan getirecekmiş inşallah...

Sonraki durağımız altın Buda idi. Zaten daha tapınağa girerken her yerden ilahi sesleri, gonglar falan duyuluyor, tüylerimiz hafiften ürperiyordu. İçeri girdiğimizde karşımıza çıkan görüntü ise gerçekten tarifsizdi. Altından yapılma dev bir Buda heykeli, heykelin önünde ibadet eden onlarca insan, turistler, Budist rahipler... Mr. Wut bizi bir rahibin önüne götürdü. Adam yanındaki suyu birkaç kere üstümüze sıçratarak bizi kutsadı. Sonra da takmamız için turuncu bileklikler verdi.









.










































Ayutthaya’dan çıkmaya hazırlanırken bir masanın üstüne yatırdığı kaniş cinsi köpeği makasla tıraş eden bir Budist rahip gördük. Köpeklerini ne zaman tıraşa götürse köpekleri de kendisi de çılgınlık nöbetleri geçiren biri olarak o görüntü benim için şoke ediciydi! Şımarıklığı ve hareketliliğiyle bilinen bir kaniş, masanın üstünde hipnotize olmuş gibi yatıyor ve rahip sabır ve sükunet içinde onu makasla tıraş ediyor! Etrafında tıraş olmak için uslu uslu bekleyen diğer kanişler de cabası!





Ayutthaya’daki gezimiz bittikten sonra, rehber kitapta yazıldığı üzere Bangkok’a tekne ile dönmeyi istiyorduk ama tekneyi sorduğumuz herkes bize faltaşı gibi açılmış gözlerle bakmaya başlayınca ortada bir yanlışlık olduğunu anladık. Tatlı rehberimiz Mr. Wut’a bizi Bangkok’a götürüp götürmeyeceğini sorduk, o da kabul etti. Kanchanaburi’den Ayutthaya’ya gittiğimiz gibi, koca panel vanın içinde, oradan kalkıp oraya oturarak, biralarımızı sigaralarımızı içip Tay müziği dinleyerek, Mr. Wut’la kakara kikiri yaparak Bangkok’a doğru keyifle yol aldık. Son kısımda kaybolup fazlaca dolansak da sonunda mahallemize ulaşıp Mr. Wut’la vedalaştık.

Gel gör ki restoranlar kapanmıştı ve 7 Eleven’da bile vejetaryen yemek yoktu. Şunu söylemeliyim ki Tayland’da aç bir turist olmak çok zor. Hele aç bir vejetaryen turist olmak daha da zor! Yemekleri, özellikle de kızarırken, nefis kokuyor. Bir heves gidip bakıyorsun, yenecek gibi değil. Zaten bizler için pişenlerin ne olduğunu anlamak bile çoğu zaman mümkün değil. Garip garip şeyler yiyorlar. Her şey pilav, domuz, deniz ürünleri, meyve ve sınırlı çeşitlilikte sebze üstüne kurulu. Sonuç olarak o gece de neredeyse aç yattım.


DOĞUMA - Bölüm 5

Bangkok

Sukhothai'den öyle huzur içinde, sırıtarak ayrıldıktan 1 saat sonra, gökyüzünden Bangkok cehennemine düştük! Sırtımızda kütük gibi çantalar, yağmur, sıcak, aptal levhalar, sokaklarda insan selleri! O metrodan in, bu göktrene bin, ondan in buna bin! Kapı nerede? Öbür hatta nereden geçeceğiz?


Bilet nereden alınacak? O durak mı bu durak mı? Şu hat mı bu hat mı? Son kertede bir de yanlış yöne dönmüş bir sokak tabelası yüzünden aynı bölgede bir saat deli danalar gibi daireler çizdikten sonra evimize varmayı başardık. Ev diyorum çünkü adı otel olmakla beraber bir rezidansta kaldık.



Tayland'ın çeşitli şehirlerine tanrının bir lütfu gibi yayılmış ve yiyecek hiçbir şey bulamadığımız zamanlarda adının hakkını her zaman veren 112 Pizza'dan pizza söyledik. Yattığımız yerde pizza yiyip, bira içip bayıldık.

Bu bölümün benim için tek güzel yanı, rüyamda gördüğüm ve orada olmama sebep olan göktrene sonunda biniyor olmanın heyecanıydı. Ancak o rüyanın farklı şeylere işaret ettiğini o gün henüz bilmiyordum...



İşte rüyamdaki Gök Tren...


Bangkok - Kanchanaburi

Normalde o gün öğle treniyle Kanchanaburi'ye gideceğimiz için ben öğlene kadar uyudum. Ong da erkenden dışarı çıkıp, öğlene kadar o günden sonra hep -ve hala- "mahallem" diye anacağı, evimizin olduğu bölge olan Sukhumvit - On Nut bölgesinde gezmiş. Motorlu taksicilerle falan kanka olmuş.

Tren saati yaklaşırken odaya döndü. Trenle gitmek istememin sebebi, trenin görmeyi istediğimiz Kwae (Kuvaai) Köprüsünün üstünden geçecek olmasıydı. Öte yandan, resepsiyonistlerin verdiği can sıkıcı bilgiler doğrultusunda, istasyonun bulunduğumuz yere çok uzak olduğunu ve oraya gitmenin bile yarım gün alacağını öğrenip tren fikrinden vazgeçmek zorunda kaldık. Kanchanaburi'ye giden minibüsler olduğunu öğrendikten sonra kendimizi minibüs duraklarının olduğu bölgeye attık. Bilet almaya çalışan insan sellerinin arasından sıyrılıp güç bela biletimizi aldık. Cehennem gibi yanan, her tarafı kapalı bir terminalde, derilerimizin her bir gözeneğinden ter fışkırarak uzun süre minibüs bekledikten sonra gözümüzü hastanede, pardon Kanchanaburi'de açtık.



Bangkok'a indiğimiz an başlayan kuzey özlemi o anlarda en üst noktasına ulaştı. İstediğin yere gitmenin sadece 5-6 lira tuktuk parasına ve en fazla 10-15 dakikaya baktığı, hiçbir şeyin böyle eziyet olmayıp, tersine her şeyin keyif olduğu, az insanlı, çok yeşilli, yağmurun bile çok yakıştığı kuzeyi...







Neyse, tanrıya şükür, özlediğimiz huzuru Bangkok'un 3 saat uzağındaki Kanchanaburi'de yine yakaladık. Otelimizde biraz dinlendiktan sonra, Ong'un Tayland'da en çok görmek istediği yerlerden olan Kwae Köprüsüne gittik. Köprü gece bile çok güzel ama onbinlerce ölünün acı hatırasından olacak, bir o kadar da hüzünlüydü. Köprünün üstünde epey vakit geçirdik. Ölenleri, öldürenleri, yaşamı, milletleri, savaşları, barışları düşünerek uzun sessizlikler yaşadık.

Ardından köprünün ayağındaki restoranlardan birinde bir şeyler içip otele geri döndük. Havuz kenarında da biraz içip, şirin mi şirin odamıza döndük, uyuduk.



DOĞUMA - Bölüm 4

Sukhothai


1. gün:

Normalde sabah 8.45 treniyle Sukhothai’ye geçecektik ama döviz büroları geç açıldığı ve bilet paramız olmadığı için treni kaçırıp otobüsle gitmeye karar verdik. Otobüsü beklerken adeti bozmayıp sabah biralarımızı götürdük.































Otobüsten inince tuktukla otele geçtik. Otel çok güzel ve konforluydu. Şehir erken uyuyordu. Yapacak fazla bir şey yoktu. Yiyecek tezgahlarını gezip garip meyvelerden satın aldık, garip yiyeceklere mal mal baktık.

































Ong ladyboy'larla fotoğraf çekilip onları mutlu ettikten sonra :D biralarımızı içip otele döndük. O akşam Thai masajı da yaptırmıştık diye hatırlıyorum ama ne zamandı unuttum şimdi.


































2. gün:

Old Sukhothai’deki kalıntıları gezmek için tuktuk kiralayıp güzel bir gezi yaptık. Kalıntılar çok güzeldi ama sanırım biz en çok kızılımsı renklerini beğendik.











































Öğleden sonra otele döndük. Ong her yalnız kaldığında yaptığı gibi kendine bir sürü yeni arkadaş bulmuştu! Beni onlarla tanıştırmak istediğini söyleyerek içi su dolu dev bir saksı gibi olan şeylerin yanına götürdü. Meğer o saksımsı şeylerin içinde bir sürü minik balık varmış. Elini ayağını suya sokunca gelip minik ısırıklar alıyorlardı. Bir süre onlarla eğlendik. Sonrasında önceki gün kararlaştırdığımız şekilde, Bangkok’a uçakla gitmek üzere havaalanına doğru yola düştük.





























Sukhothai’deki havaalanı olağanüstü bir yerdi! Bilmeden yanından geçsek havaalanı olduğunu anlamazdık. Anlatmaya çalışmak yerine fotoğraflarını koysam sanırım daha iyi olacak. Buyrun, bu fotoğraflar bir havaalanına aittir:












Bu fotoğraflara bir de kendiliklerinden valizlerinizi alıp taşıyan havaalanı görevlilerini, arka planda dıngır dıngır çalan Thai müziğini ve kahve ikramını, üstlerinde balık, deniz, dalgıç desenleri olan rengarenk uçakları, ayrıca; bizler araca binerken kapıya sıralanıp, selam verip el sallayarak bizi uğurlayan görevlileri de ekleyin, işte size Sukhothai havaalanı! Hanımlar yerel selamlarını verip el sallarlarken sanki sevdiklerimizden ayrılıyormuşuz gibi duygulandık. Garip bir deneyimdi gerçekten...