10.7.13

Batıma - 13 (Lizbon)

Lizbon sakinleri (Lisbon residents)


Bizi yine zor bir gece beklediği için otelden geç çıktık. Convento do Carmo’yu, Tasarım Müzesi’ni (Mude), Gülbenkyan Müzesi’ni gezdik. Alışveriş merkezlerinde serinleyip vakit öldürdük. Böylece son günü de bitirip kendimizi uçağa attık.


Convento do Carmo



Önemli Not: Lizbon havaalanında 2 terminal var. Biletinize önceden bakın. Eğer uçağınız Terminal 2’den kalkıyorsa, Terminal 1’den kalkan ücretsiz otobüslere binerek 5 dakika sonra Terminal 2’ye varıyorsunuz.

Meraklısına not: Sadece şehirdeki önemli noktaları görmek isterseniz Porto gibi Lizbon da 1 günde gezilebilir. Biraz daha yavaş hareket edenler için Lizbon’a 2 gün ayırmak yeterli . Sintra, Estoril, Cascais gibi noktalar da görülecekse (ki Sintra mutlaka ama mutlaka görülmeli!) Lizbon ve çevresine 2-3 gün ayırın. Tabii ki ben sadece gezip görmek istemiyorum, bir kafede saatlerce oturup şehrin ruhunu yaşamak istiyorum falan diyorsanız bu süreleri uzatmalısınız. Ben biraz ekspres geziciyim :) Diyeceğim o ki, rehber kitaplar, haritalar falan sizi korkutmasın. İki şehirde de önemli noktalar birbirine yakın ya da metro / tramvay ile çok kolay ulaşılabilir durumda.

Ertesi gün öğle saatlerinde, aktarmayı yapacağımız Amsterdam’a inmiştik. Bing "havaalanında hıyar gibi beklemeyelim, şehre gidelim" fikrini ortaya atınca ben hemen zaman hesabı falan yapmaya başladım. Çantaları emanete bıraktığımız gibi otobüse atlayıp, aşık olduğum şehirlerden biri olan Amsterdam’ın en renkli bölgelerinden biri olan Leidseplein’de bulduk kendimizi! Valla harika oldu, iyi ki de yapmışız. Amsterdam’a ilk gittiğimde Witte Ros markalı buğday birasına deli olmuştum. O gün bugündür de onu sayıklarım. Elime fırsat geçmişken önüme gelen tüm barlara bu birayı sordum ama  ne yazık ki kimse bilmiyordu. Halbuki daha 2007 idi ben içtiğimde. Hatta Spui diye bir semtte, De Beiaard diye bir kafede içmiştim. Hiç unutmadım... Neyse, herkes kısmetini yer. Bulduğum başka biraları mideye gönderip sırıtarak Amsterdam’ın tadını çıkarmak da muhteşemdi...


Amsterdam kaçamağı

Ah nerede benim tatlı Witte Ros'um :(


Sonra İstanbul, sonra Ankara...

Döndük. Çok şükür...

Nicelerine...




Batıma - 12 (Lizbon)

Sintra beni o kadar etkiledi ki, önceki gün yetiştiremediğimiz Monserrate Sarayı’nı görmek üzere ertesi gün kendimizi tekrar orada bulduk. 

Not: Hem Sintra'da 3-4 yeri gezeyim, hem Cabo da Roca'ya gideyim, hem Cascais'e gideyim derseniz bence 1 gün yetmeyebilir. Yeterse de helak olursunuz gibi geliyor. Ama arabanız varsa durum değişebilir. 

Monserrate Sarayı güzel olmakla beraber, olağanüstü bir yanı yok. Bahçesi saraydan daha keyifliydi. 


Monserrate Sarayı - Sintra (Monserrate Palace - Sintra)


Monserrate Sarayı - Sintra (Monserrate Palace - Sintra)


Monserrate Sarayı - Sintra (Monserrate Palace - Sintra)



Buradan tekrar Sintra Garı’na dönüp, Avrupa’nın en batı noktası olan Cabo Da Roca’ya (Roca Burnu) giden otobüse bindik. Yolculuğun keyfi bir yana, burun ve manzarası da büyüleyiciydi. Nedense çok hüzünlendim orada. Gidenler bir bir gözümün önünden geçti... Okyanusun ve rüzgarın sesini dinlerken gözlerimden yaşlar süzüldü. Ayrılırken orada  benden bir şey kalsın istedim ve bir fotoğrafımı burunun kenarından okyanusa attım.


Roca Burnu (Cabo da Roca)


Roca Burnu (Cabo da Roca)

Çevirebildiğim kadarıyla anıtın üstünde "Burada kara biter ve deniz başlar" yazıyor.


Roca Burnu (Cabo da Roca)



Bir sonraki otobüsle de, yine çok güzel yollardan geçerek Cascais’e devam ettik. Cascais çok sevimli bir tatil beldesi. Güzel sahilleri, sevimli sokaklarında mağazaları, dükkanları, restoranlarıyla falan bizim Ege kasabalarını andırıyor. Gece oluncaya kadar takıldık orada. Geç saatte de trenle Lizbon’a döndük. 



Cascais



Trende eğlenmenin bokunu çıkaran, kafası bi milyon gençler... Allahtan sonrasında boru dansı falan yaptılar da affettik kendilerini! :D



Batıma - 11 (Sintra)

Bugünün planında ilk durak muhteşem Sintra kasabasıydı. Rossio garından çok sık kalkan Sintra trenine (2,85 euro) atlayıp, sanırım 40 dakika gibi bir zaman sonra Sintra’ya vardık.

Sintra, Lizbon’a yolu düşenlerin mutlaka, bak altını çiziyorum, mutlaka görmesi gereken bir yer! Gitmeden yaptığım araştırmalardan ötürü, ben görmek istediğim noktaları bilerek ve onlara odaklanarak gitmiştim. Ama Sintra kasabasının kendisinin de muazzam olduğunu tahmin etmemiştim. 


Bir tepe düşünün, yemyeşil korularla kaplı. Aralarda nefis malikaneler, villalar falan var. Gerisi de alabildiğine saray, kale falan... Herkesin Sintra’yı anlatırken “masal” ifadesini kullandığını göreceksiniz. Ben de o kalabalığa katılıyorum ve Sintra kasabasının kendisi, Pena Sarayı ve Quinta da Regaleira için masal gibiydi demek istiyorum. Hayatımda bulunduğum en masalsı yerdi!




Sintra’da görülecek bir sürü yer var ama ben Pena Sarayı, Quinta da Regaleira ve vaktiniz varsa Monserrate Sarayını öneririm. Aslında ben keşişlerin inzivaya çekildikleri Capuchos’u da görmeyi çok istiyordum ama turizm infodaki kız oraya sadece taksiyle gidilebileceğini söylediği için gitmedim. (Not: Cabo Da Roca’ya giden otobüs Capuchos’tan geçiyor gibi geldi bana. Ama tabelayı son anda gördüğüm için emin olamıyorum). Mouros Kalesi’ne de hem vakitsizlikten hem de çok cazip gelmediğinden, çıkmadık.

Not: Sintra’da 3-4 nokta görmek istiyorsanız 1 tam gün ayırın. Sadece Pena Sarayı derseniz 2 saat, sadece Quinta da Regaleira derseniz yine yaklaşık 2 saat, sadece Monserrate Sarayı derseniz bahçede uzun bir turla beraber 2 saat, bahçede kısa gezi ve saray için 1 saat yeterli olacaktır. Ancak tüm bunlar için epey uzun süreler otobüs bekleyeceğinizi de bilin. Biz Pena Sarayı’nın önünde 30-40 dakika otobüs bekledik mesela.



Gelelim Sintra’yı otobüsle nasıl gezeceğinize (Hiçbir biletinizi atmayın, dönüşte de kullanılıyor). Sintra’ya trenle geldiniz. Garın içinde turizm info var. Oradan şu A3 ebatındaki harika Sintra haritasından edinin ve tüm aptalca sorularınızı yine de sorun. Herkes yapıyor olacak, utanmayın. Ama ben yine de size bildiklerimi anlatayım. Gardan çıktınız. Aptal aptal etrafa bakıyorsunuz. Sağınızda, 20-30 metre ileride bir otobüs durağı göreceksiniz. Tabelada 434, 435 falan gibi hat isimleri var. Bunlardan 434 no’lu otobüs Pena Sarayı ve Mouros kalesine gidiyor. Eğer bu ikisini görmek sizin için yeterliyse sorun yok. Bunları gezip gara geri dönüyorsunuz. Ama Quinta da Regaleira ve Monserrate Sarayı’nı da görmek isterseniz, 434 no'lu otobüsle işiniz bittikten sonra  o bahsettiğim otobüs durağına geri dönüp, aynı duraktan bu kez de 435 no’lu otobüse (minibüs demek daha doğru) binmeniz gerekiyor.

Gelelim göreceğiniz yerlere... Evet, Pena Sarayı çok güzeldi. Şirindi mi demeliyim? Hansel ve Gratel’in evi vardı ya pastadan, çikolatadan, şekerden, onun canlısı işte Pena Sarayı... Bayıldım. Kafayı Hansel ve Gratel’den kurtarıp “Ne içtik la biz, bu neyin kafası!” derken hooop tavşan deliğine düşüp Alice Harikalar Diyarında’dan devam ediyorsunuz.


Sevimli Pena Sarayı - Sintra (Lovely Pena Palace - Sintra)


Sevimli Pena Sarayı - Sintra (Lovely Pena Palace - Sintra)


Sevimli Pena Sarayı - Sintra (Lovely Pena Palace - Sintra)

Quinta da Regaleira... Burayı nasıl anlatmalıyım, bilemiyorum. Hayatımda gördüğüm en tuhaf ve en etkileyici yerlerden biriydi. Yemyeşil bir arazi düşünün. Ağaçların arasında kıvrıla kıvrıla giden, birçok kez çatallanan patikalar... Bu patika nereye gidiyor acaba derken karşınıza çıkıveren tüneller... zifiri karanlık tünelleri  takip ederek ulaştığınız grottolar (içinde minik göl olan mağara)... Labirentler, kuleler, minik kaleler... Kayboldum dediğiniz anda karşınıza çıkıveren, içinde bir fıskiye ve kadın heykeli olan bir mağara... Harika bir köşk ve şapel... 




Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra



Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra




Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra


Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra


Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra


Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra
Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra
Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra
Ve herhalde bulamayacağım deyip oturmuş, bir sigara yakmışken, tam önünde olduğumu fark ettiğim ve gizli kapısını izleyerek kendimi içinde bulduğum “inisiyasyon kuyusu”.


Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra
Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra

Quinta da Regaleira bazıları için sadece bir oyun parkı olmakla kalacak, benim gibi bazıları için ise gözlerini kapayarak kendini orada hayal ettiği bir sığınak olacaktır diye düşünüyorum.


Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra


Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra



Fabulous Quinta da Regaleira - Sintra



Quinta da Regaleira'yı sanal olarak gezmek isteyenler için: http://cliente.digisfera.pt/regaleira-2.8/interactive/



Günün kalan kısmında ne yaptık, ne ettik yazmamışım. Sadece ızgaraların önündeki bir banka oturup, etekleri kafalarına geçen kadınları izleyip eğlendiğimiz var aklımda. Bir de tramvayla otele dönerken hatalı park etmiş bir arabanın tramvay yolunu kapamasından ötürü 1 saat falan çekici bekledik. Günde 2-3 kere oluyormuş. Şaşırdım. Türkler zorlanmaz Lizbon’da.



Batıma - 10 (Lizbon)

Ünlü Tramvay 28 ile otelden Estrela’ya kadar gittik. Tramvay yolculuğu gerçekten övüldüğü kadar var. 28 olur, başka bir hat olur, ama mutlaka bir tramvay yolculuğu yapın. İnişli çıkışlı, daracık sokaklarda tramvayla gezmek, araba gibi trafiğe girip kırmızı ışıkta beklemek, evlere sürtünürcesine geçmek çok eğlenceli. Şehrin havasını solumanızı sağlıyor.  

Tramvay yolculuğu

Tramvay turumuz bitince Commercio Meydanı’nın (Praça Commercio) önündeki refüjdeki duraklardan kalkan Tramvay 15 ile, en görülmesi gereken yerlerden biri olan Belem bölgesine gittik (Belem’e metro gitmiyor. Tramvay ya da taksiyle gidebilirsiniz. Belki otobüs de vardır. Ama tramvay eğlenceliydi).

Belem’de önce Belem Kulesi’ne (Torre de Belem – Belem Tower) gittik. Tejo Nehri’nin okyanusa bağlandığı, sefere giden denizcilerin gözyaşlarıyla uğurlandığı, arkalarından fadoların haykırıldığı o kulenin minicik gözetleme odalarından günlerce okyanusa bakabilirdim.

Belem Kulesi (Belem Tower - Torre De Belem)


Belem Kulesi (Belem Tower - Torre De Belem)


Belem Kulesi (Belem Tower - Torre De Belem)


Belem Kulesi (Belem Tower - Torre De Belem)


Belem Kulesinden 25 Nisan Köprüsü ve Kaşifler Anıtı manzarası 


Kuleden 5 dakikalık yürüyüşle Kaşifer Anıtı’na vardık. Vasco De Gama ve diğer büyük kaşifleri resmeden anıtın görünüşü etkileyiciydi. Anıtın sol tarafında, arka planda San Francisco’daki ünlü kırmızı Golden Gate köprüsünün mimarları tarafından yapılmış olan başka bir kırmızı köprü olan 25 Nisan köprüsü görülüyordu. Sağ tarafta ise kardeş ülke Brezilya’daki İsa Heykeli’nin muadili...


Kaşifler Anıtı (Discoveries Monument)


Kaşifler Anıtı (Discoveries Monument)


Kaşifler Anıtı (Discoveries Monument)


Kaşifler Anıtı (Discoveries Monument)


Anıttan sonra yine yürüyüşle 5 dakika sonra muhteşem Jeronimos Manastırı’na vardık. Gotik mimariyi ne kadar sevdiğimi bilenler, gotik esintiler taşıyan ve Manuelin adı verilen tarzda inşa edilmiş manastıra da vurulduğuma şaşırmayacaklardır. Hele o tavan süslemeleri... Muhteşemdi...


Jeronimos Manastırı (Jeronimos Monastery)


Gitmeden okuduğum yazılarda manastırın az ilerisindeki Pasteleria Belem’de Belem pastası yememiz tembihlenmişti. Dediklerini yaptık ama Lizbon’da başka yerlerde yediğim Belem pastalarından (diğer adı Nata) daha iyi değildi. Nasıl bir şey derseniz, çıtır yufka içinde ılık muhallebi gibi bir şey. Ben sevdim.



Belem gezimiz bitince şehir merkezine geri döndük. Bairro Alto bölgesine gittik. Minicik sokaklarda, 5-6 masalı, mütevazi lokantalar olan bir bölge burası. Bir lokantanın önünde bir kadın, üstünde mutfak önlüğüyle lokantanın kapısına dayanmış fado söylüyordu. Orada oturmayı çok istedim ama fado biraz kasvetli bir müzik olduğu ve o gün kendimi biraz depresif hissettiğim için vazgeçtim.

Bairro Alto’dan tekrar Baixa – Chiado bölgesine gitmeye çalışırken karşımıza Miradouro de Sao Pedro Alcantara isimli manzara terası çıktı. Manzara olağanüstüydü. Lizbon ve Porto’da bolca miradouro (manzara terası) görmenizi öneririm.


Miradouro de Sao Pedro Alcantara


Not: Şehrin bölgelerini kafaya takmayın. Baixa neresi, Chiado neresi, oralara gidelim diye parçalamayın kendinizi. Hepsi bir arada şehir merkezi işte. Tunus Caddesi, Tunalı, Arjantin Caddesi falan gibi düşünün. Zaten boş boş gezerken hemen hepsine denk geleceksiniz. Sadece Alfama, Belem vb. şehrin daha dışında. Oraları da zaten başka bir yerle karıştırmanız mümkün değil.


O günkü depresif halin etkisinden mi  yoksa her gidişimde sevdiklerimi daha mı çabuk özlemeye başlıyorum bilinmez, annemle telefonu kapatırken neredeyse ağlayacaktım. Çok salağım! Hemen ardından, kendimi park etmeye çalışan bir kıza “Topla!” işareti yapmak ve “Hoop!” demek üzereyken yakaladım! Ben başka ülkede yaşayacak yaşı geçmişim azizim.


Batıma - 9 (Lizbon)

Sabah Porto’daki otelden çıkıp metroyla Campanha istasyonuna gittik. Biletlerimizi önceki gün Sao Bento garından almıştık ve oradan Lizbon’daki Rossio garına hareket edeceğiz sanıyordum ama nedense Campanha’dan binmemiz söylendi. Nasıl becerdik bilmiyorum ama neredeyse treni kaçırıyorduk. Sırtımızda koca çantalarla koşuşumuzu izleyebilmeyi isterdim!

Lizbon’da Santa Apolonia tren garında indik. Otelimize çok yakınmış. Yürüyerek otele vardık.

Otelimizin içinden

Şehrin Alfama bölgesindeki otelimiz çok modern, yeni ve şıktı. Tam önünde de meşhur Tramvay 28’in durağı vardı. Tavsiye ederim. (Lisbon Lounge Suites).

Yeşil bina bizim otel (Our nice hotel (Lisbon Lounge Suites))

Otelden çıkar çıkmaz geze geze şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Alfama bölgesinin dar, yokuşlu, renkli sokaklarını izleyerek, tramvay yollarına paralel, merkeze soğru yürümek, neşeli insan kalabalıklarını izlemek, manzara teraslarından görünen nehir manzarasını izlemek (herkes gibi biz de deniz sandık) çok hoştu. Lizbon kesinlikle ilk anda aşık eden şehirlerden biri.

Alfama'dan Lizbon manzarası (Lisbon view from Alfama)

Alfama'dan Tejo Nehri manzarası (View of Tejo River from Alfama)


Kalenin kapısına kadar gittik ama broşürü çok cezbetmedi. Manzara da her yerde var deyip girmedik.

Se Katedrali’ne şöyle bir uğradık...

Ağaç ev :)

Commercio Meydanı’na ulaştığımızda, meydanın bitimindeki merdivenlerde oturmuş nehir manzarasının keyfini çıkaran bir kalabalık karşıladı bizi.

Comercio Meydanı'ndan Tejo Nehri, 25 Nisan Köprüsü ve İsa heykeli manzarası (View of Tejo River, 25th April Bridge and Jesus Monument from Comercio Square)

Ne yazık ki meydandaki heykel ve meydanı ünlü Rua Agusta Sokağı’na bağlayan muhteşem kemer restore edildiği için onları doğru dürüst göremedik. Rua Agusta ve etrafındaki sokaklar şehrin en turistik yerlerinden bazıları. Günü oralarda aylaklık ederek bitirdik.