10.7.13

Batıma - 8 (Porto)







Çok zor bir gece, aktarmalı uçuşlar, soğuk algınlığı falan derken, sonunda akşamüstü Porto'ya vardık. Metroyla havaalanından otele doğru giderken, binaların üstünde ilk "azulejos"ları görmeye başladığımda her şeye rağmen heyecanlandım ve mutlu oldum. Azulejoslar binaların iç ve dış yüzeylerinin kaplandığı, geometrik desenli ya da resimli fayanslar. Hem estetik amaçlı hem de ısı ve nem yalıtımı amacıyla kullanılıyormuş. Sevimli, değişik bir görüntü veriyor binalara. 



Azulejoslarla kaplı şirin Sao Bento Tren İstasyonu (Lovely Sao Bento Train Station and Azulejos on the walls)
Azulejoslarla kaplı bir kilise (Azulejos covered church)


Sonunda otele vardığımızda bizi suratsızlığıyla hayrete düşüren resepsiyonist kadın tarafından karşılandık. Kadın bize ücreti nakit ödememiz gerektiğini söyledi. Ben booking.com ve maillere dayanarak VISA'nın kabul edildiği bilgisini verdiklerini ve nakit ödeyemeyeceğimi söyledim. Kadın pos makinasının bozulduğunu söyledi (ki ben buna hiç inanmıyorum). Ben de bunun benim sorunum olmadığını, bir çözüm bulmaları gerektiğini söyleyince kadın "Bak tatlım, bağırma, sakin ol, tamam? Bu benim de sorunum değil. Git bankadan çek" falan gibi saçma sapan şeyler söyleyerek beni tahrik etmeye başladı. O an aklımdan bir sürü şey geçti. Bu iş büyürse polislik olacağımız ve tabii ki benim suçlu ilan edileceğim gibi bir sürü şey... O an tekrar anladım ki ben "öteki" olarak yaşayamam... 






Dışarı çıkıp bir sigara içtim, biraz sakinleşip içeri girdim. Kadın muhtemelen benim tepkimden korkarak geri adım attı ve üst üste özürler dileyerek zor bir gün geçirdiğini falan söyledi. Odamıza çıktık ve kalan son gücümle erkenden yatağa devrildim. Ateşler içinde, hayatta ilk kez martı sesinden bile nefret ederek uyumaya çalıştım. (Meraklısına not: Otelin metro istasyonuna 20 adım mesafede olması, ucuzluğu, banyosunun güzel olması, kahvaltının iyi olması falan olumlu özelliklerdi ama o kadının tavrı o kadar sinir bozucuydu ki orada kalmanızı önermem. Otelin adı Residencial Fonseca Cardoso).


Sabah hasta ama mutlu kalktım. Kahvaltı edip yollara düştük. 



Porto sakinleri (Residents of Porto)

Gitmeden önce Portekizlileri Türklere benzetenlerin yazdıklarını okumuştum ve buna kesinlikle hak verdim. Bir defa kısa boylular. Bir de koyu renk saç, erkeklerde göbek, kadınlarda kalça-göbek, zevksiz giyim tarzları, mahalle kültürü, esnafin dükkanların önünde oturup didişerek çay içmesi falan gibi fotoğraflar eklenince bu benzerlik daha da şaşırtıcı oluyor. Bir ara "Aa, Aysel Abla ne kadar kilo almış! Zeki Abi de epey yaşlanmış!" falan diye dalga bile geçtik.


Portekiz'in insanları genel olarak çok sıcak ve iyilerdi. Ne kadar saygılı olduklarını ise söylemeye bile gerek yok, Avrupa'nın geneli böyle.


















Fas'tan sonra nispeten serinleyen hava, geniş, temiz caddeler, temiz yiyecek ve içecek bulabilmek, ferah kıyafetler giymiş, kibar insanlar görmek ruhumuzu açtı. Zaten Portekiz'i Fas'ın arkasına almamın sebebi de Fas'ta bunalacağımı tahmin etmiş olmamdı.








Avrupa'da insanların sokaklarda yaşamasını, sokaklara taşan kafeleri, sokak müzisyenlerini, düzeni, ulaşım kolaylığını, estetiği, mimariyi, sanatı seviyorum. Sanat demişken, Portekiz'de harika seramik dükkanları gezdim. Fotoğraf çekmeme de izin verdikleri için çok mutlu oldum.


Avrupa'ya ne zaman gitsem kendimi huzurlu ve rahat hissetmemin en önemli sebeplerinden biri de hiç sokak hayvanı olmaması. Her ne kadar sokaklardaki bu sessizliğin korkunç bir açıklaması olsa da, bir süreliğine de olsa dramlardan uzak kalmak ruhumu onarıyor. Keşke başka çözümler mümkün olabilseydi... 


Milletin köpeğini havaalanının, tren istasyonunun, kafelerin içine kadar sokabilmesi, köpeğiyle metroya binebilmesi de ayrı bir keyif...






İlk günümüzde önce iç açan Liberdade Meydanı'ndan geçerek Clerigos Kulesi ve Kilisesini gezdik. Kuleye çıkmak köhne bedenimi zorlasa da, gördüğüm manzaraya değdi doğrusu. İyi ki ilk oraya gitmişiz. Şehri yukarıdan izleyip fikir sahibi olmamızı sağladı. Porto o kadar sevimli, renkli ve güzel bir şehir ki, bunu ona çok yukarılardan bakarken bile hissedebiliyorsunuz. Şehir karşınızda öylece dururken kollarınızı açıp onu kucaklamak geliyor içinizden. 



Liberdade Meydanı (Liberdade Square)


Clerigos Kulesi (Clerigos Tower)


Clerigos Kulesi girişinden şehrin görünümü (View from the entrance of Clerigos Tower)


Clerigos Kulesi'nden nefis Porto manzarası (Amazing panorama from Clerigos Tower)

Kuleden sonra kulenin hemen yanındaki sokakta kurulan bit pazarını gezdik. Yerel halk, eski saatlerden, takı-tokaya, ev yapımı keklere kadar çeşit çeşit ürünlerin satıldığı tezgahlarının başında oturmuş, neşeyle şakalaşarak vakit geçiriyordu.






Bit pazarından sonra Liberdade Meydanı'nda, Parlamento binasına uzaktan bakarak ve insanların sokak hallerini izleyerek bir şeyler içtik.




2 yuroya sopa yer misiniz? :D


Başka bir sözcük benzerliği


Meydandan sonra gittiğimiz ve ne yazık ki kapalı olduğu için içini gezemediğimiz Se Katedrali'nin ardından Bolsa Sarayı'nı gezdik. Ben burayı kraliyet ailesinin oturduğu saray sanarak gitmiştim. Meğer ticaret sarayı gibi bir yermiş. Güzeldi. Özellikle de Arapça Allah yazıları olan, İslam sanatıyla süslenmiş bir oda vardı, o çok güzeldi. Gruptaki turistlerden bazıları bunun nedenini sordu. Rehber kız "sonuçta tanrı aynı tanrı" falan diye geveledi ama farklı bir sebebi olduğundan eminim. 



Se Katedrali (Se Cathedral - Porto)


Se Katedrali (Se Cathedral - Porto)

Akşam ise Santa Caterina Sokağı'ndaydık. Burası mağazaların omuz omuza sıralandığı, sevimli, hareketli bir alışveriş sokağı gibi düşünülebilir. Orada gezerken tesadüfen Sao Joao isimli bir kutlamaya da denk geldik. Tören alayı geçiyor, iyi yana sıralanmış insanlar da onlara tezahürat yapıyordu. Tören alayı ise gördüğüm en komik şeylerden biriydi. Kucağında tavukla gezenler mi dersin, kafasında saksı taşıyanlar mı... Garip bir törendi valla.



Sao Joao Festivali (Sao Joao Festival - Porto)

Sao Joao Festivali (Sao Joao Festival - Porto)

O günü de geç olmadan yataklarımıza çekilerek bitirdik. 



Gece vakti Porto (Porto at night)

Ertesi gün Porto çevresini görmek için sabırsızlanarak uyandım. Önceki gün turist ofisine Braga ve Guimaraes tur ücretini sormuştum. 75 euro dediklerinde kendi başıma çok daha ucuza kapatabileceğimden emin olmuştum. Nitekim Sao Bento tren istasyonundan Guimaraes biletimizi 3,5 euroya aldık. Sanırım 45 dakika - 1 saat sonra muhteşem bir orta çağ kasabası olan Guimaraes'e varmıştık. 


İlk durağımız Duke Sarayıydı (Duques de Bragança Palace). Saray tam benim bayıldığım tarzda yapılmıştı. Daha önce de yazmışımdır sanırım. Şato, saray, kale falan görünce içim bir garip olur benim. Çok sevdim Duke Sarayı'nı. 




Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)


Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)


Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)



Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)



Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)

Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)

Duke Sarayı - Guimaraes (Duke Palace - Guimaraes)


Ardından sarayın çok yakınındaki kaleye gittik. Gitmeden önce kalenin surlarında yürümeyi, tahta köprüden geçip içine girmeyi falan hayal etmiştim ama üst kat ya kapalıydı ya da biz bulamadık.





Guimaraes Kalesi (Guimaraes Castle)


Kaleden sonra meydana doğru yürüdük. Kasabanın tamamı çok etkileyiciydi. Film seti gibiydi. Meydanda yeme, içme ve dinlenme molası verdik. O sırada o meydanda kimbilir ne kellelerin uçurulduğunu, ne cadıların yakıldığını, ne buyrukların okunduğunu falan düşünerek dalıp gitmişim. Belki ben de yakılmış bir cadıyımdır, kim bilir...




Guimaraes 


Guimaraes


Guimaraes


Guimaraes

Gitmeyi istediğimiz diğer bir yer ise Braga idi. Trenle, 1 aktarma yaparak da gidilebiliyordu ama değişiklik olsun diyerek otobüsle gittik. Baraga otobüsü alışveriş merkezi gibi bir yerin bodrumundan kalkıyordu (3,5 euro). 


Otobüsümüz yemyeşil, virajlı dağ yollarını izleyip şirin kasabaların içinden geçerek Braga'ya vardı. Braga merkezinden taksiye binerek (8 euro) görmeyi çok istediğim yerlerden biri olan Bom Jesus Katedrali'ne gittik. Katedralin bulunduğu terastan Braga manzarası çok güzeldi. Ancak katedralin merdivenlerinden, peygamber heykellerinin yanından aşağı doğru inerek arkamıza baktığımız zamanki görüntüyle kıyaslanamaz.


Bom Jesus Katedrali - Braga (Bom Jesus Cathedral - Braga)

Bom Jesus Katedrali - Braga (Bom Jesus Cathedral - Braga)


Turlar için gitmeden çok araştırma yaptığımdan ötürü, görmek istediğim yerler fetişleşmiş oluyor. Sonunda onları karşımda gördüğümde çok garip, şükran ve şaşkınlık karışımı duygular sarıyor içimi.




Bom Jesus Katedrali - Braga (Bom Jesus Cathedral - Braga)



En sevdiğim peygamber, Nuh :)


Bom Jesus Katedrali - Braga (Bom Jesus Cathedral - Braga)


Katedralden aşağı teleferikle indik. Katedrale çıkarken taksici taksilerin o saat itibariyle bitiyor olduğunu söylemişti. Şehir merkezine dönmek için otobüse binecektik. Ancak arkama döndüğümde Bing'in otostop çekip bir arabayı durdurduğunu gördüm. 3 olgun ve güzel hanım bizi arabalarına alıp merkeze kadar bıraktılar. Tekrar teşekkürler kendilerine...




Teleferikte...


Otostopçu dostu altın kızlar...


Braga merkezinde de epey dolaşıp, trenle Porto'ya geri döndük.


Porto'daki son günümüzde ise yine popomu okyanusa sokma isteğim depreşti. Aslında Foz sahiline gitmek istiyordum ama oraya metro gitmediği için metroyla kolayca gidilebilen bir plaj seçtim. Bunun için Matosinhos Sul durağında indim ve sahile 5 dakika yürüyerek ulaştım. (NoT: Lizbon'dan metroyla ya da otobüsle ulaşılabilen başka birçok plaj mevcut. Taksi seçeneği de çok masraflı değildir diye düşünüyorum). Öyle aman aman bir şeyle karşılaşmadım ama yine de sahilde mutlu insanlar görmek, beni yine şaşırtan sakinliğiyle okyanusta yüzmek güzeldi. 



Porto


Porto


Otele dönüp duş aldıktan sonra şehirde Bing'le buluştum. Şehirde biraz takıldıktan sonra akşamüstü, Douro Nehri üstünde 1 saatlik tekne turuna katıldık (10 euro). Tur çok keyifliydi. Hem Porto'nun iki yakasını, hem de nehir üzerindeki birçok köprüyü gördük. 





Tekne gezisi - Porto


Köprü meselesi beni çok cezbetmiş olacak ki, ilk günden beri yapmak istediğim üzere, kendimi Dom Luis 1 Köprüsü'nün üzerinde muhteşem Porto manzarasına bakarken buluverdim. Bizdekinin aksine, köprü üstünde yaya trafiğine izin verilmesi da beni mutlu etti. Köprü üstünden karşı kıyıya (Ribeira de Gaia) kadar yürüyüp geri döndüm. (Biz Cais da Ribeira'daydık). NoT: Mutlaka yapınız. Hatta isterseniz orada teleferik gezisi de yapabilirsiniz.



Dom Luis 1 Köprüsü (Dom Luis 1 Bridge - Porto)


Karşı kıyı Ribeira de Gaia (Ribeira de Gaia - Porto)

Zihnimde harika fotoğrafları, kalbimde sıcaklığıyla geride bırakacağım Porto'da o gece son uykumu uyudum.


NoT: Porto'da sadece şehirdeki önemli noktaları görelim, biraz da sokaklarda aylaklık edelim derseniz 1 gün yeterli olacaktır. Biz 10 kadar önemli noktayı ziyaret etmeyi, sokaklarda aylaklık etmeyi, yemeyi içmeyi, hepsini aynı güne sığdırdık. Gezip gördüğümüz, yukarıda yazmadığım daha bir sürü kilise falan var. Üstelik otel - şehir merkezi - otel arası metro yolculuklarımız hariç hep yürüdüğümüz halde bu kadar az zamana sığdı her şey. Ama sahile de gideyim, civar kasabaları da gezeyim falan derseniz daha fazla zaman gerek tabi ki. 




Tanrıyı arayan çocuk

Tanrıyı arayan çocuk



Hoşçakal güzel Porto...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder